Bir Türk olarak, ordusuyla gurur duyması gereken ben, askerlere Fatih ve Beyazıt camiini bombalayarak savaşma talimi yaptıranlarla da gurur duymalı mıyım?  

"Balyoz Harekât Planı" başlıklı belgelere göre dönemin 1.Ordu Komutanı Çetin Doğan`ın liderliğinde bir cuntanın hazırladığı plan, darbe zeminini hazırlama amaçlı Çarşaf, Sakal, Suga ve Oraj kod adlı eylem bölümlerinden oluşuyor.

Belgelerde Fatih ve Beyazıt Camilerinde bomba patlatılarak, hükümetin sıkıyönetim ilan etmeye zorlanması, Yunanistan hava sahası üzerinde bir Türk jetinin düşürülerek halkın galeyana getirilmesi ve darbe sonrası demokrat görüşlü gazetecilerin tutuklanması gibi planlar var.

30 Ocak 2010 günü  Mehmet Baransu’nun elindeki belgeleri Beşiktaş`taki İstanbul Adliyesi`ne teslim etmesiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı`nca başlatılan soruşturma sonucu, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, tamamı asker 196 kişi hakkında "Türkiye Cumhuriyeti yürütme organını cebren ıskat ve vazife görmekten cebren men etmeye teşebbüs etmek" suçlamasıyla dava açıldı.

2010 Aralık ayında, TSK içindeki bir dizi askeri casusluk ve şantaj iddiaları ile ilgili yürütülen bir başka soruşturma kapsamında, Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü`ne özel yetkili savcı Fikret Seçen başkanlığında yapılan baskında İstihbarat Kısım Amirliği’nde yeni belgeler ele geçirildi. Belgelerin "Balyoz Harekât planı" ile ilgili olduğunun anlaşılması üzerine Balyoz darbe planı davasını yürütmekte olan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi`ne gönderildi.

Mahkeme, 11 Şubat 2011 tarihinde dosyadaki delil durumunu göz önünde bulundurarak, içlerinde eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, emekli Korgeneral Engin Alan’ında olduğu 133 sanık hakkında tutuklama kararı verildiğini açıkladı.

Genel Kurmay Başkanlığı 06 Nisan 2011 tarihinde belgelerle ve süreçle alakalı olarak resmi sitesinde bir açıklama yayınladı. Bu açıklamada belgeler için neden yasa ve yönetmeliklerin gerektirdiği gizlilik ve saklama kurallarının dışında bir yol izlendiği açıklanmamakla birlikte, belgelerdeki planlara resmen sahip çıkılmasıyla, konu yeni bir boyut kazandı.

Genel Kurmay Başkanlığı açıklamasında ilgili belgelerin, “5-7 Mart 2003 tarihinde Birinci Ordu Komutanlığı’nda yapılan bir plan semineri” olduğunu, “…Türk Silahlı Kuvvetlerinin, yargılamayı etkilemeyecek şekilde, çeşitli defalar açıklamalar yaparak, ilgili makamları bilgilendirerek, yapılan seminerin ne olduğunu, nasıl yapıldığını, neleri kapsadığını ve kimlerin hangi emirlerle katıldığını” tereddüte yer bırakmayacak şekilde izah etmiştir. Benzer hususlar, savcılık makamlarınca görevlendirilen bilirkişi raporlarında da açık bir şekilde yer almaktadır. Hâl böyle iken, Türk Silahlı Kuvvetlerinin görevli ve emekli 163 personelinin tutukluluk halinin devamını anlamakta güçlük çekilmektedir” denmektedir.

Takip edebildiğim kadarıyla herkes konuya, devam eden davaya müdahale açısından yaklaştı. MAZLUM DER de konuyu bu açıdan mahkemeye taşıdı.

28 Nisan 2011’de 27 Nisan e-muhtırasının 4. yılında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül; “son yıllarda hukukî altyapının yenilendiğini, 27 Nisan gibi siyasete müdahale girişimlerinin geride kaldığını, darbe geçmişinin tamamen silinmesi için İç Hizmetler Kanununun yenilikler doğrultusunda 35. maddesinin değiştirilmesi gerektiğini” ifade ederek, “eski hukukumuzun yorumlanması, yanlışa azmettiriyordu, bundan sonra böyle şeyler olmaz, krize de dönüşmez” diyor.

 27 Nisan`dan 2 yıl sonra irtica ile mücadele planı adı altında `AK Parti`yi ve ‘Gülen Hareketi`ni bitirmeyi` hedefleyen bir belgenin ortaya çıktığı hatırlatıldığında ise; "2009`dan bu yana hukukumuz çok değişti… Artık kimse bunları yapmayı düşünmez. Çünkü azmettiren bir hukukî yapı yok” diyor. Ve “TSK`dan kimse böyle bir şey beklememeli ve böyle bir misyon da yüklememeli. Zaten çeşitli vesilelerle komutanların açıklamalarını görüyorsunuz. Onlar da kendilerine bu tip şeylerin yakıştırılmasından artık rahatsız oluyor" diyor. Ancak Genel Kurmay Başkanlığı 06 Nisan 2011 tarihli bildiri de hâlâ Genel Kurmay Başkanlığının resmi internet sitesinde duruyor.

Bu güne kadar hiç kimse konuyu Türk Silahlı Kuvvetlerinin, koşullarını da kendi oluşturmak üzere, bir darbe planı yapması açısından tartışmadı. TSK ilk kez koşullarını terör yöntemleri de dâhil olmak üzere hazırlayarak darbe yapabilmenin tatbikatını yaptığını resmen kabul etti.

 Diyelim ki belgeler ifade edildiği gibi yalnızca tatbikat olsun. Her tatbikat gerçeğin simülasyonudur. Figürler ve semboller üzeriden isteklendirme ve refleks oluşturmayı hedefler. Mesela atış poligonuna koyduğunuz ve vurulmasını istediğiniz maketlerin tip ve kıyafetleri, mekân tasvirleri eğitilen askerlerin bilinçaltına zımnen dost ve düşman tipini ve sembollerini yerleştirir. Türk Silahlı Kuvvetlerine cami bombalayarak savaşabilme yetkisini - eğer varsa- kim verdi? Üstelik bu iç politik dengelerde bir gurubun/zümrenin yorumuyla demokrasinin askıya alınması amacını taşıyorsa; daha Türkçesi, Genel Kurmay Başkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kitlesel terör araçlarını ve yollarını kullanarak politik bir amaca hizmet edebileceğini ifade ediyor.

Bu açık mesajı kimse üstüne almıyor ama bu geçmişe sahip çıkma, bir mesleki dayanışma ve sadakat gösterisi gibi görünse de, hem ulusal hem de ulus üstü mesajlar taşıdığı kesindir. Türkiye’de konunun bu şekilde ele alınmıyor olması ve konunun hiçbir savcının dikkatini çekmemiş olması da sonucu büyük bir oranda belli olan bir seçim arifesinde oldukça ürkütücü.

Başbakanın konvoyuna yönelik saldırıyı PKK’lı militanlar ya da başka bir sol örgüt yapmış olsa bile, figüran olduklarını düşünmek daha akıllıca olur. Türkiye şartlarında artık şu kesindir ki, tarih felsefesi anlamı dışında, derin devlet diye bir şey yok. Resmi devlet kurumları içinde yapılanan gizli örgütler var. Ve bunlara anayasal devlet kurumları açıktan destek veriyorlar. Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün açıklamaları rüyayı hayra yorma kabilinden görünüyor.

Bir milletin veya ülkenin koruyuculuğunun (iç hizmetler kanunu 35. madde) karar ve hareket mekanizması da kendinde olmak üzere bir kuruma has kılınması, bir millet için son derece onur kırıcı ve varlığını, egemenliğini, asaletini, gücünü ve sadakatini yok sayan bir anlayışın ürünüdür. Bu açık bir dikta/otokrasi yetkisi olarak orta yerde sallanıp dururken demokrasicilik oynamak trajikomiktir.

İç güvenlik tamamen polise terk edilmelidir. Büyük Birlik Partisi’nin, polise bağlı mobil tim önerisi çok hızlı bir şekilde hayata geçirilmelidir.

www.ozgundurus.com

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.