Canlı ve cansız bütün varlıklar aynı kaynaktan gelmiş ve yine aynı kaynak tarafından desteklenmektedirler. Her inişin bir çıkışı olduğu gibi her gelişin bir de dönüşü vardır. Bu dönüş gelinen kaynağa doğrudur. Dolayısıyla farklı görünseler de bütün gizemli sırlar ve varlıkların faaliyetleri hep aynı gerçeğe işaret etmektedirler. Yöntem ve malzemeler farklı olsa da hedef aynıdır. Evren, mikro alemden makro aleme kök ayak, hiç şaşırmadan aynı sistematiğin bir parçası olarak görevlerini aksatmadan sürdürmekte; insanoğluna değişmez (=Hakk) gerçeği anlatmak için çaba sarf etmektedir. İnsan dışındaki bütün varlıklar kendi yaratılış fıtratlarına uygun olarak şaşırmadan, aksatmadan ve yılmadan görevlerini eksiksiz olarak yerine getirmektedirler. Bütün çabaları insana gerçeğin ne olduğunu anlatmaktır. Kullandıkları dil bazen kuş dili, bazen de taş dilidir.
Bunun bir sonucu olarak insan kuşlardan aldığını taşlara yansıtmış; kara taşı bir mesaj taşı haline dönüştürmüştür. Ruhlarındaki inceliği, gönüllerindeki coşkuyu taşlar aracılığı ile gelecek kuşaklara, yani bu günlere ulaştırmışlardır. Mağara duvarlarındaki figürler, Orhun Kitabeleri üzerindeki yazıtlar, çeşmelerdeki nakışlar, köprülerdeki kemer oymaları, köşklerin ve sarayların duvarlarındaki desenler bunun birer kanıtıdır. Yani taşlar taş olmaktan çok, insanların duygularının ve güzellik değerlerinin tercümanı olmuştur.
Bu nedenle taş deyip de geçmemek gerekir. Taş vardır yosunlanmış, taş vardır dalgalarla yıkanmış, taş vardır kırılmış parçalanmış... Taş vardır kuyumcuda satılmış, taş vardır minarede asılmış, taş vardır yüzüklere takılmış…
Taş vardır baş yarmış! Taş vardır kalp yakmış! Taş vardır tarih okumuş; Mısır’da pramit, Efes’te harabe, Roma’da kule olmuş... Görmek için insanlar turist olmuş, dağlar aşmış...
Kalp vardır taş olmuş, adına “taş kalpli” takılmış! Bazı kalpler taş bile olamamış ki… Gerçeği anlayamamış !
Şehirde kuş ancak kafeslerdedir. Özgürlüğü yoktur. O hayatın özeti gibi… Bu nedenle onlara taşı ve kuşu anlatmak biraz zor olacak. Bahar ve yaz aylarında sabahın seherinde güneşin karanlığı yırtarak parçaladığı saatlerde, yeşillikler içinde dışarı çıkarak kuş seslerini dinlemek, bir yandan da o görsel seramoniyi seyretmek, baktığını görebilene, kulaklarının duyduğunu hissedebilene açık bir mektup, eşsiz bir manzumedir. Bu mektup, kuşların dili ile taşların dili arasındaki benzerliği anlatan bir mektuptur…
Taş kalpli olmamak için bu mektubu iyi okumak, duygularını hissetmek, verdiği mesajı içselleştirmek gerekir… Seher vakti güneşin doğuşunu seyredelim, kuşları dinleyelim; beğenmezsek tekrar yatarız ve insan dışında herkes uyanıkken uyumaya devam ederiz. Ama biraz tuhaf olmaz mı? Öyle ya akıl ve irade sahibi olan insan uykuda, insan dışındaki bütün varlıklar uyanık! Üstelik onlar sorumlu değil, sadece insan sorumlu… Sizce de bir tuhaflık yok mu?
Taş kalpli olmamak için seher vakti kuş seslerini dinlemekten kendimizi mahrum bırakmayalım. Kuşların dilinden anlamayan taşların dilinden anlayamaz.