Vizyon 2023, Cumhuriyetin 100. Yılı propaganda temelli bir seçim süreci yaşıyoruz. Anketlere göre, ilk dört sırada görünen siyasi partilerin seçim beyanlarında ekonomik adalet, ücret adaleti, sosyal adalet, toplumsal gelir ortalaması, gelir adaleti, gelir eşitsizliği gibi toplumun kahir ekseriyetini doğrudan ilgilendiren kavramları kullanmaktan özenle kaçındıklarını görüyoruz.

Sosyal adaletle alakalı, Cumhuriyet Halk Partisinin “aile sigortası”, Milliyetçi Hareket Patisinin “hilal kart’ı” veya iktidar partisinin, “önce meslek edindirmeye çalışacağız olmazsa aylık bağlayacağız” söylemleri, sorunun kökenindeki gelir dağılımı adaletsizliği, ekonomik faktörlerdeki adaletsizlik, ücret adaletsizliği, işsizlik gibi sorunları örtmeye yönelik işlev görmektedir.

OECD`nin “topluma bakış” raporuna göre Türkiye işsizlik,  yoksulluk, eğitime ayrılan para ve bebek ölümlerinin önlenmesi konularında Şili ve Meksika`nın arkasından, dünya üçüncüsü olmuş. Utanç verici…

Ekonomik büyümen,  alım gücündeki artıştan ve dünyanın en büyük ekonomileri arasında 18. sırada olan bir ülkeden söz ediyoruz.  Gayri safi yurt içi hâsılanın bir trilyon barajını aştığı ve kişi başına düşen milli gelirin on bin dolar olduğu bir ülkeden söz ediyoruz.  

 OECD ülkeleri arasında halkının yoksulluğu,  gelir dağılımı eşitsizliği, eğitime ayrılan kaynak ve bebek ölümleri açısından Şili ve Meksika`nın ardından 3. sırada yer alıyor.

Buna şaşırdık mı? Hayır!

Çünkü bu kapitalist üretim ilişkilerinin doğal sonucudur. Kapitalist üretim ilişkisinde, ekonomi büyüdükçe, teknoloji geliştikçe işsizlik artar, artan işsizlik ve gelişen teknoloji baskı aracı olarak kullanılarak ücretler azaltılır. Ücretler üretim ve ekonomik büyümeyle doğru orantılı olarak artmak yerine, küçülür.

Marks’ın emek ücret bağlamında sorduğu soru haklılığını hâlâ koruyor. Marks; MÖ 2000 yıllarında Mezopotamya’da “bir tarım işçisinin gün doğumundan gün batımına kadar bir aylık çalışma karşılığında kazandığı ücretle –iki, üç koyun- üretilen değer emekçi başına onlarca kat artmasına rağmen, verilen ücret neden hâlâ aynı?”, diye soruyordu. Bu hesap bu günün Türkiye’sinde asgari ücretliler açısından bir koyuna düşmüştür. 

Üretim araçları gelişiyor, emek başına üretilen değer onlarca kat büyüyor fakat, emekçiler bundan ne çalışma saatlerinin azalması yoluyla, ne de ücret artışı yoluyla yararlanabiliyor. Çağlar değişiyor. Sermaye büyüyor, teknoloji gelişiyor ama, ortak üretilen değerden emeğe verilen pay, tarlayı süren öküze verilen arpa düzeyinin üstüne çıkmıyor.

İnsanlar çalıştığı halde yoksulluk derinleşiyor. Kitlelerin yaşam standartları daha da düşüyor. Çünkü mülkiyet, üretim ve paylaşım mantığı kapitalist itikada dayanıyor.

İktidar asgari ücretin satın alma gücünün arttığını iddia ediyor. Bunu dayandırdığı tüp ve simit hesabı retoriği, süper marketlerin bir kalem malda indirim günü yaparak müşteride kâr ediyoruz duygusu yaratıp, diğer mallardaki pahalılığı örtmesi gibi bir işlevi görüyor. Ücretler birkaç kalemdeki göreceli satın alma gücündeki artışa göre hesaplanarak,  geçmişle kıyaslanarak kötüleşen şartlar, pahalılık, çalışma şartlarındaki kötülük, ücret azlığı, düşüşü ya da durağanlığı gizleniyor.

 Siyasi partilerin bu gerçeklere teğet geçmeleri şaşırtıcı değildir. Çünkü üretim ilişkilerinde eşitlik ve adalet kavramlarından kaçıyorlar/kaçınıyorlar. Hiç biri kapitalist üretim ilişkilerinden şüphe bile duymuyor. Konu, sürekli yardım ve sadakalar zemininde konuşulduğu için, mesele esasından sapıyor. Böylece kırkta otuz dokuzun görülmesi sürekli engellenmiş oluyor.

Gelir adaletinin en iyi olduğu ülkeler; Slovenya, Slovakya ve Danimarka’dır. Slovenya ve Slovakya’nın gelir adaleti konusunda ilk sıralarda yer alması meselenin ekonomik büyüme ve kalkınmışlık değil, eşitlik ve adalet ekseninde oluşmuş paylaşım ahlakı meselesi olduğunu ispata yeterlidir.

İşletmelerde üretim değerinin eşitlik zemininde adaletle paylaşılması,  ülkelerin toplumsal hâsılaları üzerinde tüm yurttaşların eşit haklara sahip olduğu ve yeryüzü kaynakları üzerinde, tüm insanların eşit hakları olduğunu kabul etmeyen hiçbir çözüm hakkaniyeti sağlayamaz. Ahlakilikten söz edemez. Ahlakilik ve hukukîlik-yasallık değil- prensiplerini göz ardı eden tüm sistemler şeytanidir ve insanların düşmanıdır. Dolayısıyla; Hazreti Âdem’ (as) den Hazreti Muhammed’(sav)e tüm resullerin Rabbine de düşmandır.

Kapitalist üretim ilişkisinin karakteristiğini doğru anlayamazsak, içinde bulunduğumuz durumu doğru tahlil edemeyiz. Bunun için kısa bir kapitalizm analizi yapmakta fayda vardır. Bunu bir sonraki yazıda özetleriz inşaallah.



Kaynak: ozgunduruş



Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.