Kolçak sözlüklere bakılırsa gerçek anlamını verebilmiş sözlük manası henüz yok. Öyleyse bizim Türk sözlük terimine de bir katkımız olsun. Kol bildiğimiz kolumuzdan gelmektedir. Çak da çakmağın veya her hangi bir şeyin ateşlenmesi demektir. Yani KOLÇAK Kolla çakılan ,atılan, ateşlenen ,ses çıkartan anlamlarında öz türkçe bir deyimdir.

Doğu Karadeniz’in yüksek köylerinde ve yaylalarında yetişmekte olan erkek çocuklarının özellikle yaz aylarında en büyük eğlenme oyuncakları arasındadır. Belki de Karadeniz bölgesi insanlarımızın silah meraklarının çocuklardaki yansımasıdır. Çok büyük ses çıkardığı için yaylalarda yabani hayvanlardan korunma amaçlı veya psikolojik rahatlama amaçlı olarak kullanılmış olabilir.





Peki kolçak nedir, nasıl yapılmıştır? Kolçak bildiğimiz herhangi bir ağacın elle rahat tutulabilecek yirmi, otuz santimlik bir parçasının elle tutulan tarafından kol kısmı oluşmaktadır. Bu kola bağlanan bölümde iple bağlama usulü ile kolçağın kendisine bağlantı kurulup düğümlenir. Kolçak ise bildiğimiz şeker çuvalları, yün iplikler, veya ince kesik bezlerin kalın urgan gibi elle örülmesi ile yapılır. En son bölümünde ise patlayacak naylon ipe bağlantı yapılması için özel bir ince bağlantı bırakılır. Bu ince bağlantı yerine bildiğimiz naylon çuvalların iplikleri sökülerek yeniden güzelce örülüp ucunda püskül şeklinde süs bırakılıp kolçağa bağlanarak kolçak tamamlanmış olur. Bundan sonrası değmeyin keyfinize. Kolunuza, gövdenize kuvvet savurup çevirip ani bıraktığınızda sanki tüfek sesi kadar ses çıkarmaktadır. Tabi bu ses de çevrede bazen şikayet edilir durumlara kadar varabilir.
 
Buraya kadar Kolçak’ın nasıl yapıldığını ve ne işe yaradığını tarif ettik. Bizi ilgilendiren tarafı ise bu oyuncağı İstanbul’da halkımızla yetmiş sekiz, veya yetmiş dokuzlu yıllarda tanıştırma maceramızla neler yaşadıklarımız.

78-79’lu yıllardı. Henüz İstanbul’un nüfusu iki milyonları bulmamıştı. İstanbul’a Türkiye’nin her yerinden göç seli akın akın sürmekte olduğu yıllardı. Bir o kadar da terör ve sağ-sol çatışmalarının yaşandığı, hemen her gün birilerinin öldürüldüğü, bombaların patladığı, bazen de dükkanların semtlere göre kepenk indirmek zorunda kaldığı yıllardı.

Bizler Trabzon’un dağ köylerinden gelmiş ailelerin çocukları olarak bu güzel şehirde okula gitme şansını o yıllarda yakalamış belki de talihli çocuklardık. Çünkü aynı yıllarda yaşıtımız arkadaşlar köylerinden Şalpazarı’na lise okumak için onlarca kilometreyi yürüyerek gitmek zorundaydılar.

Bir gün her zaman evlerine gittiğim Kemal Sarı arkadaşımı inşaatlarının üstündeki boş odada bir şeyler yaparken gördüm. “Hayırdır, ne yapıyorsun?” dedim. “Kolçak” dedi. Bizim köylerdeki kolçaktan yapıyordu. Yanında belki de birkaç kolçak yapacak kadar da çok ip, ve bez parçaları çuvallar vardı. Biz de yardım edelim dedik. Tabi dedi. Zaten her gün okula birlikte gidip geliyor, okul çıkışları mahalleler arası futbol maçlarını birlikte oynuyorduk. O yıllar Kemal Sarı, İbrahim Sarı, Kadem Özdemir, ben ve mahalleden birkaç tane daha arkadaş günün yatma saatleri dışında ve okuldaki sınıf farklarımız nedeniyle ders saatleri dışında günün her saatini birlikte yaşıyorduk. Neyse o gün çok büyük ve güzel bir Kolçak Kemal arkadaşımın ellerinde şekil aldı. Kolçak bitmiş, sıra bu oyuncağın ses vermesine gelmişti. Nerede atacaktık. Nasıl patlatacaktık. Bunun için planlar yaptık. Ne de olsa şehir oluşmuş, etrafta insanlar rahatsız olabilirdi. Bizi esas ilgilendiren babalarımızın bunu görürse bizi nasıl karşılayacağıydı.
Mahallede de patlatamazdık. Ailelerimizden korkuyorduk. Sonunda okul çantasına atıp okula giderken boş alanlardan geçerken çıkarıp sırayla başladık savurup sallamaya. Pat, küt seslerini duyan uzaklardan geçen insanlar bizlere dikkatlice bakmaya başlayınca topluyor atıyorduk çantaya.

Yine bir okul günü, Maltepe Orhangazi Lisesi’nde, teneffüste çıktık dışarı, kimin aklına geldi bilmiyorum ama bizim bu kolçak ekibi , kendimizi kolçağın başında okulun dış bahçesinde bulduk. Tam orada bizim köylümüz olan akrabamız Sadettin Usta amcamızın evi vardı. Demek ki bizim kolçak bu evin çatısında saklanmıştı. Başladık sırayla patlatmaya. Birde baktık ki okulun tüm öğrencileri olay var diye bizim etrafımızı sardılar. Biraz izledikten sonra böyle bir ipten nasıl bu kadar büyük ses çıktığını herkes merak ediyordu. Okulun öğretmenleri tümü okulun camlarından ne oluyor diye bizleri seyreyliyordu. Bizler de çok büyük bir iş yapıyormuşuz diye başladık Allah ne verdiyse kuvvetlice sırayla kolçak atmaya. Bu seremoni birkaç teneffüs sürdü gitti. O biçim karizma yapmıştık. Tüm arkadaşlar bize hayranlıkla bakıyordu.

Sıra geldi kolçağımızı incelemeye ve denemeye. Tüm öğrenciler bu Kolçak’ı patlatmak istiyordu. Biz de “sıraya girin” dedik. Baktık ki sıra uzayıp gitmiş. Sırası gelen şöyle bir savuruyor, sonrasında yüzlerini, gözlerini yakıyorlardı. O kadar ki o yıllar mevsime göre bir helva ya da ayva satan yaşlı bir amca vardı. O da merak sarmıştı. “Oğlum verin bir de ben deneyeceğim” dedi. Kolçakla yüzlerini yaktı. Ellerine bellerine dolandırmıştı. Okul arkadaşlarımız bu ip nasıl patlar, neresinden bu kadar ses çıkıyor diye Kolçak’ın her yerini incelediler. Bizlerde ucuna taktığımız naylon çuvaldan yapılan püskülvari uçkun dan ses çıktığını göstererek anlattık. Çok şaşırmışlardı. Kolçak maceramız bizi o yılların korkulu anarşi dönemli, okulların sıkıntılı zamanında biraz gururlandırmış. Biraz da rahatlatmıştı. Çok güzel iş başardığımızı, yaşadığımız maceranın komik taraflarını günlerce gülerek yaşıyorduk.
 
Kolçak (atma) patlatma işi o kadar hoşumuza gitmişti ki, kendimizi kaptırıp bu işi mahalleye taşımıştık. Nasılsa okul da popüler de olmuştuk. Korkulacak neyi vardı.  Mahallede Kolçak atma işine tam gaz başlamıştık. Yine bir gün okuldan eve gelmiştik. Kolçak atıp mahallede ses kirliliği yaratıyorduk. Bazı semt sakinleri de çatışmamı var diye bölgeden geçerken korkup kenar sokaklardan geçiyorlardı.

Akşam saatlerine doğru Rahmet olsun Babam işten çıkmış eve geliyordu. Bizim Kolçak atma seslerini duymuş olmalıydı. Ben inşallah duymamıştır diyerek babamın işten dönüş saatlerinde eve giderdim. Yine öyle yaptım. Birazdan Babam eve geldi. Gayet sakince “ben yolda gelirken mahallede silah sesleri vardı. Siz de duydunuz mu? Bir şey mi oldu?” dedi. Bende ses yok. Nasıl olacak korku kötü bir şey olsa gerek. Biraz sonra tekrar bana dönerek “Oğlum bir şey duymadınız mı?” diye sordu. Bende babamın her şeyi bildiğini anlamıştım. Yalan söylersem daha çok kızdırabilir, güzel bir ifadem alınabilir diye düşünerek çocukların kalabalık olduğunu, mantar tabancasıyla mantar attıklarını gördüğümü söyledim. Babam tekrar bana dönerek duyduğu seslerin Kolçak sesi olduğunu söyledi . Ben buz kesmiştim. Ne yapacaktı, doğru da söyleyememiştim. Artık doğruyu söylemenin zamanı geçmişti bile. Evet dedim Kemal kolçak yapmış. Çocuklar da oynuyorlardı dedim. Bende yanlarındaydım diye devam ettim.
 
Rahmetli Babam çok hoş sohbetli, yaşadığı döneme göre çok da anlayışlı sayılabilirdi. Ben korku ile beklerken beni karşısına oturttu ve bir tokat attı. Bu tokat ondan ender olarak yediğim bir kaç tokattan biriydi. Sonrada beni karşısına oturtup “bak oğlum bu tokat beni kandırmaya çalıştığın, yalan söylediğin içindi” diye sözlerine başladı. Bakın her gün sokaklarda bir sürü olaylar oluyor. İnsanlar ölüyor. Akşamları dışarı kimse çıkamıyor. Okullarınızda bir sürü olaylar yüzünden çoğu zaman boykot eylemleri yapılıyor. Sokaklar güvensiz. İnsanlar buluttan nem kapıyor. İşçiler eylemler yapıyor. Sağ Sol çatışmaları nedeniyle insanlar çocuklarını okuldan alıp okula göndermek istemiyor. Sizlerin yaşamından, başınıza bir şey gelmesinden korkuyorum. Her akşam çocukların eline boya kutuları tutuşturup duvarlara yazı yazdırıyorlar. Bak oğlum sakın yanlış bir şey yapmayın. Her ne yaşarsanız da bana doğrusunu gelip anlatın” diyerek ve daha bir çok nasihat ettikten sonra,

“Yarın Kemal, İbrahim, Kadem, Mesut ve diğer arkadaşlarına söyle O KOLÇAK ortadan kaybolacak. Bir daha elinizde kolçak görmeyeceğim. Köylü olduğunuzu İstanbul’da da belli etmeyeceksiniz. Sonra sizin ne hakkınız var milleti rahatsız etmeye. Hasta olanı var, gece çalışıp gündüzleri uyuyup istirahat edenler var, bebeği uyuyanı var. Kolçak köyler için. İstanbul’da böyle gürültülü bir şeyi istemiyorum. Yoksa fena olur” diyerek sözlerini tamamladı.
 
O gece bu nasihatleri düşündüm. Haklılık payı büyüktü. Zaten biz Kolçak patlatırken çıkan gürültü nedeniyle bazı bayanlar bize yapmayın, kafamızı şişirdiniz gibi serzenişlerde de bulunmuştu. Yarın sabah ilk işim akşam babamla olanları arkadaşlarıma anlatmak oldu. Onlar da kendi babalarının hışmına uğramaktan korkmaya başladılar. Okul dönüşü Kolçak güzelce sökülüverdi. Bütün parçaları da yok edilip delil bile bırakılmadı.
 
Doğu Karadeniz in ve yaylalarının sığır otlatan çocuklarının milli çocuk silahı Kolçak, İstanbul un insan kalabalığına ve seksen öncesi sokak çatışmalarının korkularına yenik düşüp sökülerek daha o yıllarda yok edilmiş olup tarih sahnesine çıkacağı günü beklemeye devam edecekti.


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
ZİYA ÖZDİN 11 yıl önce

Babanız haklılymış. Fakat siz de kötü birşey yapmamışsınız ki. Memleketi buluttan nem kapılacak duruma düşürenler utansın.