İçtimai/sosyal çevre ve durum yalnız bidayette karakteri etkilemekle kalmaz, nihayette tavır ve davranışları da etkileyerek kişiliğin bütün özeliklerini de belirler. Başka bir ifadeyle; insan hem takva hem de fücur istidatı ile doğar. Çevre, yakından uzağa tüm halkaları ve genetik yatkınlıkların da yardımıyla bireyin karakterini inşa eder.

İnsanların çoğu imkân bulamadıkları için, azı, zorlansa da hatalar müstesna. Günah işlemez. Yine insanların azı fırsat ararken iyilik yapmaya, çoğu gözüne soksan iyilik fırsatlarını görmez. Yani her zaman ve şartta mutlaka iyiliğe fırsat, kaçmaya mazeret vardır. Tarih toplumlarda kendi özünde Firavunlar emziren insanların çoğalmasıyla, başlarına “ben sizin en yüce Rabbiniz değil miyim” diyen Firavunların musallat oluşlarının hikâyesidir.

Musalarımız öldü, Firavunlar emziriyoruz.

Allah Rahmet etsin. Makamı cennet olsun. Üniversite yıllarımızda Seyfullah Ayhan isimli bir yiğit arkadaşımız vardı. Onu istisnasız bütün arkadaşlar severdi. Hayat dolu, sevgi dolu, huzur dolu ve mizah kaynağıydı. Cebinde para olduğu zaman yanında kimsenin hesap ödeyemediği biriydi. Hatta parasının olmadığı bir gün aynı masada birlikte yemek yedikleri birinden borç alarak, borç verenin hesabı da içinde olmak üzere herkesin hesabını ödemiş. Mekânı cennet olsun, amansız bir hastalıkla Rahmet-i Rahman’a kavuştu.

1995 yılının baharıydı. Birlik Vakfı’nın hızlı okuma kursu için İstanbul’a gelmiştim. Seyfullah Laleli’de tekstil işiyle uğraşıyordu. Kurs çıkışlarında ona uğrardım. Muhabbet ederdik. Bir gün, “bu işi nasıl kurdun, sermayeyi nereden buldun?” diye sordum.

Seyfullah: “Okulu bitirdikten sonra İstanbul’a geldim. Ticaret ve deri işiyle uğraşan bir arkadaşımın yanında takılmaya başladım(o arkadaşıyla da tanıştım). Onunla ben de ufak tefek işler yapıyordum. Aynı iş hanında deri ticareti yapan bir Süryani ile tanışmış ve ahbap olmuştum. Bir muhabbet sırasında, bana, sen neden ciddi bir şeyler yapmıyorsun? Dedi. Bende, param yok ağabey, param. Diyerek biraz esprili bir cevap verdim. Size iktisat fakültesinde ticaret’i yalnız parası olanların yaptığı mı okutuluyor? Yahu ne hallere kaldık. Bu kitaplarda girişimcilik ve adamlık diye bir şey yok mu? Diyince iş ciddiye bindi. Ağabey nasıl olacak, bana sermayesiz malı kim verir?  Dedim. Sen ne yapabilirsin, dedi. Ben de, deri işinden az çok anlıyorum, dedim. Bunun üzerine “iyi ya o zaman ben sana mal veririm, sattıkça ödersin dedi. Ensem uyuştu, avuçlarım terledi. Ağabey dükkân kirası, alt yapısı falan da var. Benim iki bin dolarım var yeter mi? Benim parama göre dükkânı nereden bulacağız? Dedim. Benim yan dükkân boşaldı, alt yapı sorunu yok. Orayı tutalım sana dedi. Ben, yok artık, dedim. Yan yana aynı işi yapacağız öyle olur mu deyince, “niye ki?  Allah şaşıp da (!) benim nasibimi sana mı gönderir, siz ne biçim Müslümansınız” deyince dilim damağıma yapıştı ve tüccarlığım böylece başladı” dedi. Araba kullanıyordu, bana döndü ve “bizim imalatta bir hata mı var”, diye sordu, gülüştük.

Dükkânı açıp, işe başladıktan sonra, bir ödeme takvimi çıkarmışlar. İlk ödeme vakti gelmiş, ama çekler ödenmediği için Seyfullah, mahcup olmamak için bir arkadaşından borç alarak bir çocukla parayı göndermiş. Süryani çocuğa “Seyfullah nerde kendi getirsin” deyince, mecburen kendisi gitmiş. Süryani, çeklerinin ödenmediğini öğrenince “senin bu parayı aldığın adam benden daha mı delikanlı? Bu parayı ona geri ver ve benim paramı çeklerin ödenince getir. Biz öyle anlaşmadık mı?” Demiş. Birkaç gün sonra çekleri ödenmiş ve Süryani’ye borcunun ilk taksitini yemin billâh ödemiş…

Yine üniversite yıllarından başka bir arkadaşımız vardı, Allah hidayet versin. Öğrencilik yılları çoğumuz gibi ekonomik açıdan zar zor geçti. Okulu bitirdikten sonra işleri bozuk giden bir akrabasının yanında işe girdi ve sonra işi sevk ve idare etmeye başladı. Sektörlerinde yasaların ve denetimin gevşekliğinden de faydalanarak SSK’ya bire on, on beş fatura kesip, hem akrabasını hem de kendisini ihya etti (!) Bu gün kendisi, üç beş milyarlıkların arasında sayılır. İki sene önceydi, ülkemiz için çok önemli olduğuna inandığım eğitim alanında, bir proje için yasal olarak da vergiden düşülebilecek bir formülle yardım etmesini istedim. “Ben ne kazanacağım bu işten” dedi. Kahkahalar attı ve faturasını ödemekte zorlandığım telefonumdan bana yirmi dakika nasihat etti, dert yandı. Telefonu kapattıktan sonra onun için ağlamak geldi içimden, boğazım düğümlendi, içim acıdı, epey bir zaman öylece kala kaldım. Söz konusu para da beş on bin liraydı. Yani; bazen arkadaşlarını gezdirdiği lüks arabasının dört lastiği kadar…

Eminim o kadar az vergi veriyordur ki vergiden düşecek on bin lira kadar bile opsiyonu kalmamıştır.

Ve yine eminim, kenzcilerden olmamak için değil, israf haramdır diye kılı kırk yaran bir hesapla, kırkta bir veriyordur zekâtını…

Salebe hadisi de uydurmadır (!) zaten.  Yazık da olmamıştır Salebe’ye. Öyle ya lüks içinde züht ve takva (!) ile yaşayan bazı âlimlerden(!) daha iyi bilemeyiz bizler!

“Kahrolsun Amerika, drink up cocacola” yani.

“Feeyne tezhebuun/ nereye gidiyorsunuz. Tekvir 26”

Ve yine eminim, Seyfullah yaşasaydı “öyle bir projeyi vergiden düşersem sevabı bana olmaz” diye düşünerek, bizzat kendi finanse ederdi. Seni tanımaktan, o günlerde sevinç duyuyordum, bu gün ise, onur duyuyorum aziz arkadaşım.

Allah’ın Selamı üzerine olsun kardeşim…

Kaynak: ozgundurus


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.