Mehmet Akif Ersoy, sadece Safahat yazarı,  Çanakkale'yi destanlaştıran şâir değil, veya sadece İstiklâl Marşı şâiri değil, aynı zamanda örnek bir ahlâk ve karaktere sahip, model insandır. O, hiçbir güç karşısında ve hiçbir zaman eğilmedi, bükülmedi. Her zaman onuruyla yaşadı. Hiçbir şey ve hiçbir kimse onu, inandıklarıyla ters düşüremedi. O, bütün ömrünce beğenmediği, inanmadığı hiçbir şeyi alkışlamadı. Hak bildiklerini söylemekten de çekinmedi.

Mehmet Akif ERSOY, verilen sözün ne anlama geldiğini çok iyi bilen adamdı. Verilen söz, onun namusuydu. Her şey olabilirdi; fakat bir insanın sözünde durmaması kadar çirkin, kötü bir şey olamazdı. O, sözün ayağa düştüğü, verilen sözün hiçbir öneminin ve değerinin kalmadığı, edilen yeminlerin bile önemsenmediği günümüzden çok uzaktı.

Meşrutiyet'in ilk seneleri, bir Cuma günü, İstanbul’a adam boyu kar yağar. O gün Araba, tramvay, şimendifer ve vapur hiç çalışmamıştır. M. Akif’in, Çapa'daki arkadaşı Mithat CEMAL’in evine gelmek için daha önceden verilmiş sözü vardır. O gün sütçü, ekmekçi gibi adamlar bile dağıtıma çıkamamıştır. Dolayısıyla Akif de beklenmemektedir. Öğle yemeğinden sonra hâlâ ekmekçi beklenirken, kapı çalınır. Açılınca bir de ne görülsün: Akif Bey gelmiştir! Bıyığının yarısı da donmuştu! Mithat Bey onu görünce şaşırır…

Beylerbeyi'nden nasılsa Beşiktaş'a bir vapur işlemiştir.  Beşiktaş'tan Çapa'ya işleyen bir araç yoktur; bu karda, tipide yaya olarak yürünülen mesafeye Mithat Bey şaştıkça, Akif de onun hayretine  şaşırmaktadır.Akif’in bu şaşırmalara verdiği cevap çok anlamlıdır:

-Gelememem için ölmem lâzımdı. Çünkü ‘geleceğim’ diye söz vermiştim!  Mithat Cemal; “İnsanların birbirlerine verdikleri sözün bu kadar korkunç bir şey olması, o gün beni ürküttü. Bu olaydan sonra, ona söz vermekten korktum.”diyor.

Veteriner Fakültesi'nden sınıf arkadaşı Hasan Efendi'yle Akif, o kadar dost, o kadar samimi olmuşlar ki bir gün birbirlerine söz verirler: İleride çoluk-çocuk sahibi olurlarsa, dünyada kalan, ölenin çocuklarına bakacaktır. Aradan yıllar geçer… Hasan Efendi ve Akif evlenip çoluk-çocuk sahibi olurlar. Bu arada Meşrutiyet ilân edilmiştir. Mehmet Akif de Tarım Bakanlığı'nda Genel Müdür Yardımcısı olmuştur. İşte o günlerde, Akif'in Genel Müdürü, Tarım Bakanı tarafından haksız yere görevinden alınır. Akif, bu haksızlığa dayanamaz ve Genel Müdür Yardımcılığı görevinden istifa eder.

Artık işsizdir. Para biriktirme âdeti olmayan, elindeki avucundakini anında çevresindeki yoksul ve kimsesiz insanlar için harcayan Akif, eşi ve çocuklarıyla büyük bir maddî sıkıntıya düşer.
O kadar ki, o günlerde beraber kitap okumak için Akif'in evine sık sık gelen ve öğle yemeklerini Akif'in evinde beraber yiyen Mithat Cemal, bu maddî sıkıntıyı açıkça gördüğünden, çeşitli bahaneler uydurarak Akif'e, yemek saatinden sonra gitmeye başlar. Gerisini Mithat Cemal'den dinleyelim:

"Bir cuma günü gittiğimde Akif'in evinde sekiz çocuk buldum. Evde sekiz kişilik bir kıyamet kopuyordu! Akif'in beş çocuğuna katılan bu üç çocuğun komşudan gelmiş ufak misafirler olduğunu zannettim ve ertesi cuma bu çocuk gürültüsüyle artık karşılaşmam zannettim. Fakat her cuma sekiz çocukla sofada aynı kıyamet kopuyordu…  Akif de buna katlanıyordu; Akif'e sordum: -Kim bu yavrular?

-Hasan Efendi öldü de... Kim önce ölürse hayatta kalan onun çocuklarına bakacaktı; Baytar Mektebinde öğrenci iken bir birimize söz vermiştik. Bu çocuklar rahmetli Hasan Efendi'nin çocukları…! Onlara artık ben bakıyorum! Ne mutlu böyle dostları olanlara…

76 Yıl sonra Onu rahmetle anıyoruz.   


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.