On sekiz milyon öğrenci, sekiz yüz bin öğretmen…  Dile kolay… Bu devasa kuruluş ve öğrenim ordusu; gurur verici, güven verici; büyük ülke, büyük millet olduğumuzun bir yansımasıdır. Mesleğinde otuzuna yaklaşmış, deneyimli sayılabilecek bir eğitimci olarak, zorunlu eğitimin on iki yıla çıkarılması, okullaşma oranının artırılması, kız çocuklarımızın kampanyalarla örgün eğitime katılması, ülkemizin geleceği için her bakımdan olumlu adımlardır diye düşünüyorum.

Ayrıca öğretmen norm kadrolarının oluşturularak açık branş, eksik öğretmen kalmaması için yapılan çalışmalar, derslik sayılarının artırılması ve sınıf öğrenci mevcutlarının standartlara kavuşturulması çalışmaları, okul öncesi eğitime önem verilmesi, engellilerimizin eğitilerek topluma kazandırılması çabaları, eğitim için gerekli olan fiziki ortamların iyileştirilmesi, halk eğitim kurslarının sayılarının artırılması ve çeşitlendirilmesi, ders kitaplarının ücretsiz olarak sene başında öğrencilere verilmesi, okula ulaşımın taşıma yoluyla devlet tarafından yapılması, taşıma hizmetinin orta öğretim öğrencilerine de yaygınlaştırılarak velilerin yükünün azaltılması, taşımalı olan öğrencilere yemek verilmesi, internet, bilgisayar, tablet, akıllı tahta gibi teknolojik desteklerin sağlanması… şeklinde sıralayabileceğimiz yenilik ve gelişmeleri bir eğitimci olarak sevinç içinde alkışlıyorum. Ancak alan değişikliği yapılarak ilköğretim sınıf öğretmenlerinin lise matematik, Türk Dili Ve Edebiyatı, fizik, kimya, yabancı dil, zihinsel engelli öğretmenliği gibi en az dört yıllık alan bilgi eğitimi alınarak yapılabilecek branşlara hiçbir eğitim almadan(!)  atanmasını anlayamıyorum…(!?)
Eğitim sorunlarının çözümü yolunda her geçen gün önemli mesafeler alınması, ülkemizin geleceğini daha parlak günlerin beklediğinin habercisidir. Çünkü eğitimin insanlığın temel ihtiyacı olduğunu, karanlıkları aydınlattığını, kalkınmayı hızlandırdığını, sosyal adalet ve barışı sağladığını, suçlu sayısını en aza indirdiğini, sevgi, kardeşlik ve barışın ilacı olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Bu nedenle en çok dikkat etmemiz ve itina göstermemiz gereken alanın eğitim alanı olduğunu hiçbir zaman akıldan çıkarmamalıyız.

Gençleri cehaletin karanlık ortamında kandırarak dağa çıkartabileceğini ve eline silah tutuşturarak kan akıtmayı, kin kusmayı öğretebileceğini iyi bilen bölücü terör örgütünün okul yakması, öğretmen öldürmesi sıradan, kızgınlık veya ses getirsin cinsinden bir eylemi değil; bir programın parçasıdır. Bu program; “ gençler cahil, bilgisiz ve karanlıkta kalsınlar ki, kan ve kin makinesine dönüştürülmesi için kandırılması kolay olsun” programıdır. Aydınlanan gençleri ülkesine ve hayata, yaşamaya bağlayan, umut dolduran okul ile öğretmendir; yani eğitim ortamıdır. Bu aydınlık ortamlar karanlık eller ve emeller için uygun çalışma alanları değildir. Bu nedenle okullar yakılmakta, öğretmenler ve din adamları tehdit edilmekte ve öldürülmektedir.  Ciğerimin derinliklerinden aldığım nefesle yüreğimin derinliklerinden getirdiğim duygularımla avazım çıktığı kadar bağırıyorum: Öğretmen öldüren kendi geleceğini öldürür; okul yakan kendini ve geleceğini yakar!

Eğitime gerekli ağırlığı zamanında verebilmiş olsaydık, ülke kaynaklarını yeterli ölçüde eğitime ayırabilseydik, okullaşmayı erkenden tabana yayabilseydik, zorunlu eğitimi bundan yıllar önce lise düzeyine çıkartabilseydik, okur-yazar olmayan son kişimizi bundan elli yıl önce törenle toprağa verebilseydik, inanıyorum ki başımızda bu günkü terör belası olmayacaktı ya da bu kadar taban ve taraftar bulamayacaktı.

İngilizlerin bütün dünyaya kendi dilini ve kültürünü öğrettiği, hatta birçok ülkede anadil olarak benimsettiği bir süreçte, bizim kendi ülkemizdeki kendi vatandaşımızla, “Türkçenin mi Kürtçenin mi anadil olacağı“ konusundaki tartışmalarımız, Türkçeyi öğretemediğimizden, kültürümüzü benimsetemediğimizden kaynaklanıyor olmasın? Beğenmediğimiz sonuç, kendi ellerimizle yaptıklarımızdan veya yapmadıklarımızdan olmasın? Biraz da meseleye bu açıdan bakmak, özeleştiri yamak gerekmez mi?

 “Eğitim” hiç unutulmaması gereken bir sözcük!  İhmale gelmeyen, hata kabul etmeyen bir görev…   İyi veya kötü sonuçlarını ancak yıllar sonra görebildiğimiz bir çalışma alanı. Bunu böyle bilmek gerekir. Onun temelinde de öğretmen vardır. Hangi çağda olursanız olun, hangi teknolojiyi kullanırsanız kullanın,  eğitimde öğretmen temel aktördür.  Bu nedenle öğretmenin sorunları ülkenin sorunlarıdır.

Öğretmenin sorunları atamalar yapılarak çözülmüyor. Bilakis atamalar yapıldıktan sonra başlıyor; “norm tamamlanmıştır, norm fazlası olanlar belirlenmiştir” şeklinde meseleye yaklaşmak, öğretmeni sayılarla ifade etmek olur. Oysa nicelikten önce nitelik gelir. Nitelik; iyi seçim, iyi donanım, sosyal statü ve ekonomik düzey bakımından  “Çağdaş medeniyet seviyesinin üzerinde” olmaktır. Bu da öğretmenin hakkı ve özelliği olmalıdır.

Mutlu, onurlu ve huzurlu bir öğretmenin sınıftaki durumu ile, hesap kitap içinde bulunan sıkıntılı bir öğretmenin durumu aynı olur mu? İnsan, nasıl istek üzere gülümseyemezse, talep ediliyor diye de mutluluk oyunu oynayamaz. Zaten hiçbir öğrenci de bu oyunu yutmaz. Dolayısıyla ideal eğitim-öğretim ortamı oluşması zorlaşır. Mutlu öğretmenlerin sevgi dolu sınıflarında buluşmak ümidi ile öğretmenler gününü kutluyor; bütün meslektaşlarımı saygı ile selamlıyorum.



Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.