İnsanlık büyük bir ailedir. Hepsinin atası birdir. Zamanla çoğalmış ve yeryüzüne dağılmışlardır. Sonra farklı renk ve kültürlere ayrılmışlar, birbirleriyle çıkar ilişkileri içine girmişlerdir. Bazen anlaşmışlar, güven içinde mutlu ve huzurlu yaşamışlar; bazen de kavga etmişler, dünyayı cehenneme çevirmişlerdir.
 
İnsanlık gerçekten bir aile olmalıdır. Karşılıklı hak, hukuk ve emeğe saygının gösterildiği, âdil bölüşümün olduğu, alın teri kurumadan çalışanın hakkının ödendiği, anlaşmazlıkların görüşmeler yoluyla çözüme kavuşturulduğu, demokratik bir anlayış içinde varlığını sürdüren bir aile… Bu ailede rekabetler olmalıdır ama savaşlara dönüşmemelidir. Çünkü batan ekonomiler,  dalgalar halinde bütün insanlığı etkilemekte; dağılan toplumlar, diğerlerini de bozguna uğratmakta, yozlaşan ahlaki değerler, tüm insanlığın geleceğini karartmaktadır. Bütün insanlık bu gerçeğin bilinci içinde olmalıdır ve buna uygun olarak davranmalıdır. Koşan bir at, arayı diğerleri ile açarak ayrılıp gittiği zaman yalnız kalacaktır. Arayı açıp gitmemeli, at başı koşmalıyız. Amacımız ezip geçmek değil, birlikte yürümek olmalıdır.
 
1922 yılında Yunanistan ile Türkiye arasında varılan “mübadele anlaşması” gereği iki ülke arasında karşılıklı nüfus değişimi olmuştur. Anlaşma sonucundaki nüfus değişimi, bugün Yunanlılar tarafından bir trajedi olarak anlatılmakta; Karadeniz Bölgesi bir “Helen Yurdu” veya “Küçük Asya” olarak nitelendirilmekte; Yunanistan’daki bir çok şehrin sokakları Pontus anıtları ve simgeleri ile süslenmekte; genç kuşaklara kin ve husumet aşılanmaktadır. (31 Ocak 2011-Karadeniz Gazetesi)
 
Aslında bizim daha önce yaşadığımız acı bir tecrübemiz olmasına rağmen bu konu ile ilgili üzerimizde bir duyarsızlık, konuyu önemsiz görme ve bir rehâvet hali görülmektedir. 1984 Eruh baskını ile ilk defa kendisini gösteren bölücü örgütü, köklerinin nerelere kadar indiğini ve hedeflerinin ne olduğunu bilmemize rağmen, “üç beş çapulcu” diyerek küçümsedik, daha sonra bunun nasıl bir acı ve gözyaşına dönüştüğünü hep birlikte gördük.
 
Ermeni terör örgütlerine zamanındaki bakışımız da bundan pek farklı olmamıştır. Bu tür yapılanma ve kampanyalar sonucunda haklı olanlar haksız duruma düşmüş; suçlular kahraman olmuş; terör örgütü, bütün dünyada başımıza büyük sıkıntılar açmıştır. Bugün bir çok ülkenin, kampanyaların etkisi altında kendi meclisinde Türkler’i ve Türkiye’yi soykırım suçlamasıyla nasıl mahkûm etmeye çalıştıklarını, bu gayretlerinde de önemli ölçüde başarılı olduklarını hepimiz görüyoruz. Ayrıca bu konu, Amerikan Senatosu’nda her yıl nisan ayı yaklaşırken başımızın üstünde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor; tasarı oylanacak, oylanmayacak diye adeta Rus ruleti oynanıyor; eğer ertelenirse siyasî zafer olarak nitelendiriliyor; bu kez de karşılığında tavizler isteniyor; bu sinir bozucu tiyatro her sene sil baştan tekrarlanıyor…
 
İşte başlangıçta küçümseme, ilgisiz kalma, önlem almama davranışı, sonradan böylesine zor ve kötü sonuçları doğurabilmektedir. Yani zamanında tedbir almak, halkı aydınlatmak ve bilinçlendirmek devletin, aydınların, yazar-çizerlerin görevi olmalıdır.
 
1922 Yılındaki Türk-Yunan Hükümetlerinin anlaşması kapsamında gerçekleştirilen mübadeleyi (nüfus değişimini), bugün “Küçük Asya Felaketi” olarak nitelendiren, olumsuz bir bakışla Türkler’in aleyhine kampanyalara dönüştüren, Pontus hayallerini canlı tutan çalışmalar görülmektedir. Bu amaca hizmet etmesi için dünyanın belli başlı ülkelerinde üç yüzü aşkın sayıdaki “Pontus’u Kurtarma Dernekleri” aracılığı ile Türkiye aleyhine lobi çalışmalarını sürdürmektedirler. (Aynı gazete)
 
Bu çalışma ve gelişmeleri önemsiz sayabilir miyiz? Yarın yeni bir soykırım iddiası ile karşı karşıya gelmemek için, ya da önceki benzerleri gibi terör eylemleriyle karşılaşmamak için, Zaten aksak topal giden Türk –Yunan ilişkilerine zarar vermemesi, Ege’deki ve bölgedeki ortak çıkarlarımızın engellenmemesi ve daha da önemlisi halklar arasına nifak ve düşmanlık duygularının aşılanmaması için nelerin yapılması gerektiği hükümetler arasında karşılıklı olarak ele alınması gerekir.
 
Aksi halde insanlık bir aile olamaz; dostluk şarkıları havada kalır; kin, nefret ve kavganın olduğu coğrafyalarda işler yolunda gitmez. Bu tür kötü duygular radyasyon gibidir, etkileri kolay temizlenemez… Öyle ise adına fitne dediğimiz bu kötü fikir ve duyguları ortadan kaldırmak gerekir.
 Ege’deki muhtemel zenginlikleri ve bölgedeki diğer ortak çıkarlarımızı ekonomilerimize katamıyor olmamız acaba kimlerin işine gelmektedir? Bu konuyu her iki tarafın da iyice düşünerek ortak politikalar üretmesi gerekir. Üç yüzü aşkın “Pontus’u Kurtarma Derneği”nin  arkasında hangi emperyal güçlerin olduğu da iyi araştırılmalıdır.
 
Eğer ülkeler arasında kavga sebebi aranacak olursa bundan çok daha fazlasını sıralamak mümkündür: İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa’nın savunma hattı Almanlar tarafından iki saatte dağıtılmış; Polonya ve benzeri ülkeler ezilmiş geçilmiştir ama bugün aralarında sorun yoktur; Berlin’de taş taş üstünde kalmamıştır; yetmiş iki bin ton bomba yağmıştır ama bu gün o acı günlerin üstü çizilmiştir; Yahudiler fırınlarda yakılmıştır ama bugün aralarında “Kurtlar Vadisi Filistin” adlı Türk Filmini yasaklayacak derecede dayanışma vardır…   Niçin?  Dünya nimetlerine ulaşmak ve paylaşmak için…
 
Öyle ise Yunanistan ile Türkiye neden aynı yolu izlemesin ki?

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.