Yerli televizyon dizilerinin sayısındaki artış, sanat adına önemli bir gelişme olarak görülebilir. Ancak bu dizilerin içeriği, konuları ele alırken çarpıtması, sahne görüntülerindeki rahatsız edici düzenlemeler ve bunların gençlik üzerindeki olumsuz etkileri, aileleri ve eğitimcileri düşündürmektedir.  

  Her dizi filmin vermek istediği bir ana düşüncesi vardır. Bu duygu ve düşünceyi destekleyen yan fikirleriyle birlikte bu yapımlar, insanın kültür dünyası ve algıları üzerinde etkili ve yönlendirici olmaktadır. Hemen hemen her ortamda televizyon seyredildiği için verilmek istenen mesajların ulaşmadığı yer kalmamaktadır. Televizyon yayınlarının bu özelliği, insanları etkilemek ve yönlendirmek isteyen çeşitli eğilimleri yayıncılık alanına çekmektedir. Yapımcılar mutfakta çalışırlarken tasarımcılar da arka odalarda malzeme hazırlamaktadırlar. Yani kendilerini toplum mühendisleri olarak görenler, sosyal yapımızı kendilerince ve kendi emelleri doğrultusunda, kendi yaşam tarzlarına uygun bir ortama dönüştürmek, farklı yaşam tarzlarına sahip olanları baskılamak ve böylece “hâkim kültür” oluşturmak için bizi yeniden şekillendirmeye çalışmaktadırlar.

  Dikkatli bakıldığında Türk Milleti’nin kendi öz değerleriyle ilişkileri, günlük yaşam biçimleri birçok dizide sürekli sorgulanmakta, küçük düşürülmekte, değiştirilmesi gerektiği ima edilmektedir. Bunu için önce kafalar karıştırılmakta, sonra da verilmek istenen yeni düşünce ortaya konularak beyinlere enjekte edilmektedir. Yani ailelerimiz, kendi parasıyla ödediği televizyonun yine kendi parasıyla ödediği elektriğini de harcayarak, daha da önemlisi çok değerli zamanını israf ederek kültürel kimliğini erozyona açık hale getirmektedir. Atalarımız bizi uyarmıştı; “Zehiri altın kâsede sunarlar.” diye, ama demek ki unutmuşuz.




 

Şiddet içeren, silah kullanmanın ve kavganın sıklıkla yer aldığı, yüze göze sıçratılan kanın ekrandan eksik olmadığı terminatör yayıncılık anlayışının, genç insanları ekseninden çıkaracağını bilmeyen var mı? Erotizmin ve cinselliğin, bir etkileme aracı olarak seçildiği sahneler için, “ailece seyredemiyoruz; bizi rahatsız ediyor” diyen insanların hiç haklı tarafı yok mu? Evin içinde manken gibi giyinen, oturma odasında ayakkabı ile dolaşan ev hanımından bu ülkede kaç tane vardır?  Evin genç kızının erkek arkadaşını yatak odasına kadar misafir getirmesine bu dizilerde izin veren ebeveynin, akşam yemeğinde ailece kadeh tokuşturanların ülkemizdeki genel nüfusa oranı ne kadardır ki bu görüntüler sanat adına ekranlarda sık sık yer alabilmektedir? Ayrıca bütün sahnelerde sigaranın gösterilmemesine rağmen, beyaz veya kırmızı rengiyle parlayan içki kadehlerini havaya kaldıranları göstermenin hangi perhiz, hangi turşu olduğunu anlamak mümkün değildir.

 Evet… Gençler bu şekilde özenti içine itilmekte, bunun sonucu olarak da kendi geçmişini ve büyüklerini model olarak alma duygusunu yitirmektedirler. Dolayısıyla anne ve babaları onlara söz geçirememektedirler. Çünkü onlar yolunu seçmiş; “çağdaşlık” adı altında kendi geçmişine sırtına dönmüş, modanın ve markaların takipçisi olmuşlardır! Ailenin bütçesi bu yaşama tarzına uygun olmadığı için yeni çatışmaların, huzursuzlukların ve kanunsuzlukların da zemini hazırlanmıştır. Böylece Türk ailesindeki sevgi, saygı, şefkat ve hürmet kavramları rafa kalkmış; yerini itiş kakış, tartışma, inatlaşma, kavga ve hatta evi terk etme, baba ve anneyi mutsuzluğa sürükleyen üzüntülere bırakmıştır.

Dizi filmlerin kullandığı dil ve üslup da ayrı bir tahribat alanıdır! Dilimizle kültürümüzün ilişkisini bilenlere bu durum sıkıntı vermektedir. Dil, kültürün gelecek kuşaklara taşıyıcısı, adeta kumbarasıdır. Kumbara delik olunca içinde ne kalır? Üç yanımız açık, bir yanımızda kocaman bir kapı ve üzerinde de yine kocaman bir asma kilit…! İşte kültürümüzü koruma şeklimizin fotoğrafı budur. Dizilerde argo ifadeler, lanetler yağdıran cümleler, yabancı sözcükler, bozuk anlatımlar almış başını gidiyor… Dil ile oynamanın geleceğimiz ile oynamak olduğunu ah bir bilebilsek…!
       
Meseleyi bu şekilde ele almamızı, “ahlakçı anlayış”, “yasakçı zihniyet” diye önemsizleştirmeye çalışmak veya “ilericilik-gericilik” kavramlarıyla ilişkilendirerek politize etmek doğru bir yaklaşım olmaz.  Amacımız doğru zamanda, doğru yaştaki kişilere, doğru yayınların, doğru Türkçe ile verilmesine katkı sağlamaktır.
      
  Bu gidişe dur demek için görevini özenle yerine getiren uzman bir kurul oluşturulmalı; bu kurul olmazları söyleyerek çıkartıp atmak yerine yanlışları doğruya dönüştürmek biçiminde yapımcılara yol göstermeli; onlara yardımcı olmalıdır. Bu etik kurulun onayı olmadan yapımlar gösterime girmemelidir.
      
 Kantolar çalarak Cumhurun/halkın bayramını kutlamak yerine, davul-zurna, saz ve kemençe çalarak kutlasaydık çok daha coşkulu bayramlar yaşayabilirdik. “İleride tokmağı kafamıza vurmamak için bugün davula vurmalıyız.” Davula vurmayı vazgeçersek kafamıza vurmak zorunda kalabiliriz.


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.