İyi devlet var mıdır? İyi bir yönetim olabilir mi? Veya insanların yönetildiği/raina bir durum iyi olabilir mi? Devlet neyi yönetiyor? Ya da neyi yönetmelidir? Thoreau (1846) “en iyi devlet hiç olmayandır” diyenlere katılmadığını, “en iyi devlet’in hiç yönetmeyen devlet” olduğunu söylüyor. Bu iki görüş arasında en iyi devlet en az yöneten devlettir görüşü, diğer ucunda ise devlet tanrıdır veya yeryüzünde tanrı gibi yada tanrı adına davranır. Ahlak veya din kurallarıyla sınırlanamaz ahlakı oluşturan zaten odur. Ahlak, din, vicdan bireyi bağlar devlet bunların hiç birine karşı bağlayıcı bir sorumluluk taşımaz. “Adam öldürme işini yapan kişi bunu kendi kararı ve çıkarı içi yaparsa suç, resmi veya gayri resmi olarak devlet için yaparsa bu yaptığından Tanrı katında da sorumlu tutulmaz, hatta yaptığı tanrının yüce gayelerine/kamu menfaatlerine hizmet(!) olduğu için çok büyük sevap kazanır” düşüncesi yeni ortaya çıkan bir görüş değildir.

Devlet her zaman en yüksek imha gücünü elinde bulundurduğu ve bireylerden, guruplardan ve kurumlardan tek başına daha yüksek bir güç olduğu için meşru olmuştur. Devlet; ilahi bir zorunluluk olarak değil, akli ve fiili zorunluluklarla ortaya çıkmıştır. Asli değil, arızidir. Gaye değil, araçtır.  Mary Shelley’in, Doktor Victor Frankenstein’i var ettiği yaratığın kendini var eden doktoru ele geçirmesi gibi devlet onu var eden insanı ele geçirmiş, toplumları ve insan türünü esir almıştır. Bu gün türümüz için tehlikenin ana kaynağı budur. Çünkü yaratık mülk ve sermayeyi tanrılaştıran bir zümrenin kontrolüne geçmiştir. İnsan türünün durumu elinde bir parça etle köpeklerin arasından geçmeye çalışan çocuk gibidir. Et bitince çocuğa dadanacaklar.

Hz.Musa durup dururken göçe önderlik etmedi. Firavun onların çocuklarının erkelerini “büyüyünce ülkede karışıklık çıkarırlar, dirlik düzen bozulur” diye gayet samimi(!) duygularla ülkesinin geleceğini düşünerek doğar doğmaz toplatıyor ve öldürtüyordu.(Kasas4, Zuhruf54) Bu işi yapan resmi görevliler hiçbir vicdani sorumluluk taşımıyor iç huzuruyla görevlerini yapıyorlardı. Yaratık onların ruhlarını ele geçirmişti.

Klasik Yunan medeniyetini oluşturan en önemli şehir devletlerinden biri olan” İsparta’da bütün özürlü çocukların ortadan kaldırılması Solon ve Licirgus tarafından yasalaştırılmıştır. Enç” Her yeni doğan çocuğu halkın toplandığı yere götürmek zorunluluktu. Fiziksel uygunluk açısından incelenirdi. Uygun olmadığına karar verilen bebekler Taigitos Dağları’na götürülür, kayalılardan fırlatılırdı. Demirci” Bunu topluma yük olmasınlar diye devlet eliyle yapanların içi rahattı. Yaratık onların ruhlarını ele geçirmişti.

Atina’da da İsparta’da olduğu gibi sakat olduğundan dolayı öldürülmesine karar verilen bebekler için kilden yapılmış kaplar ve sepetler çarşıdan olağan alışveriş gibi alınır ve bunlara konulan bebekler yol kenarlarında ölüme terk edilirdi. Yaratık onların ruhlarını ele geçirmişti.

Platon “bedeni sakat ve özürlü çocukların ortadan kaldırılmasını anlayışla karşılamış ve öldürülmelerini desteklemiştir. Gerekçe olarak ise toplumun insanlara verdiği görevleri özürlülerin yapamayacağını, bunların Yunanlıların en önemli özellikleri olan savaş yapamayacaklarını öne sürerek onun düşündüğü devlet anlayışında özürlülere, zayıflara ve zekâ özürlülere yer verilmemiştir. Diğer önemli Yunan filozoflarından Aristo’da “Politika” adlı kitabında bedensel sakatlığı olan çocukların büyümelerine izin vermemiştir. Atina parlamentosu Sokratesi “gençleri tanrılara karşı kışkırtıyor” diyerek idama mahkûm etti ve infaz etti. Gençler tanrılara karşı gelirse, ne olurdu? Tanrı bozuntusu soylu züppelerin maskesi düşerdi. Yaratık onların ruhlarını ele geçirmişti.
Efsaneye göre Mete Han, devletin bekası için önce analığını ve babasını öldürtmüş sonra, atı ve avradı Tunguzlara göndermiştir. İslam sonrası saltanatların hemen hepsinde “Kuranda ki Hz Musa kıssasında “Hızır çocuğu gelecekte işleyeceği bir suç için öldürdüğüne göre” devlet; muhtemel fitneyi önlemek için suç tahakkuk etmeden infaz yapabilir düşüncesine temel oluşturmuştur. Hz.Osman Muaviyeyi, Muaviye de fitne çıkmasın diye oğlu Yezid’i ümmetin başına bela etmiştir. Oysa fitne kabile asabiyetinin ve Yezid’in ta kendisiydi. Kapıdan kovulan yaratık bacadan girerek yine ruhları ele geçirmiştir.

İslam öncesi Mekkeliler’in kendi kız çocuklarını öldürmesinin kamusal meşruiyetine karşı Kuran “kız çocukları hangi suçtan dolayı öldürüldüklerini sorduğu zaman” şeklinde çok şiddetli uyarılarla hiçbir kamu yararının bir çocuğun hayatına karşılık olarak sağlanamayacağını ifade etmektedir. İslam suçsuz ve yargısız öldürmeyi kamu yetkisi dışına çıkarmıştır.

Osmanlı Padişahları “nizam-ı memleket” için kardeş katlini üfürükten fetvalarla uygulamış ve hatta yasalaştırmıştır. Bu hikmet-i hükümet veya siyaseten katil müessesi olarak işlemiştir. Fetvaların tümünde isyan, şekavet, fitne, bağy açık, yalın, kesin ve fiili olması şartına bağlanmıştır. Hiçbirinde beşikteki çocuğun öldürülebileceğine fetva yoktur. Fatih kanunnamesindeki “ekser ulema tecviz etmiştir” sözü bir fetva değil, örfi bir yasanının meşruiyet zemini arayışıdır. Hiçbir ulema tecviz etmemiştir. Tarihçi Tursun Bey fetva makamı değildir. Olsaydı bile bu söz Kuran ahkâmına açıkça aykırı bir hüküm olarak ortada kalmaya mahkûmdu. Bu durum I. Ahmed’in “ekber ve erşed” evlat yasasına kadar devam etmiştir.

Darvin; "Gelecekte, … Medeni ırklar neredeyse kesinlikle vahşi ırkları dünya çapında yok edecek ve onların yerine geçecektir." Demektedir. Bu görüşler bu gün küresel olarak uygulanmaktadır. Yeryüzünde açlık ve yoksulluk Batılı ülkelerin siyasal ve ekonomik tercihleridir. Ülkelerdeki yoksulluk, açlık işsizlik ve düşük ücretler de küresel sermayenin planlarıyla siyasi iktidarların kararları doğrultusunda oluşmaktadır.  Küresel güçler, “sanayi atıklarının üçüncü dünya ülkelerine gönderilmesi gerekir. Havaları, toprak ve suları gereğinden fazla temiz” diyebilmektedirler.

Bu gün Müslümanlarda dâhil olmak üzere herkes bu düzenin parçasıdır. Mesela, terör kınamaları lafın gelişidir. Ya da “egemenler yaparsa iyi, egemenlerin façası alınmak için yapılırsa kötüdür.” Hukuk diye bir şey yoktur. Güçlünün kuralları/yasası vardır.

Özetle; siyasi otoritenin neyi yöneteceğinin ve neyi yönetemeyeceğinin sınırlarını kesin olarak çizen bir anayasamız olmalıdır. Din ve ideolojinin ne olduğu önemsiz, siyasi iktidarlar ellerinde temerküz eden güçle halkı/reaya yönetmeye kalktığında, halkı nikâhlı karısı gibi algılamakta ve kıskançlık krizine girip siyasal katılımı engellemektedirler.

Siyasi otorite ancak resmi devlet görevlilerini yönetmelidir. Halkı değil, ülkeyi yönetmelidir. Devlet sivilleri yönetemez. Sorun kimin yöneteceği değil, neyin, kimi nasıl yöneteceğidir.

Kaynak: ozgundurus
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.