Sayın hocam;''Bizim tavşanlar neden uyuyor'' başlıklı bir yazınızda eğitimde nitelik sorununa dikkat çekiyorsunuz. Bizim tavşanlar gerçekten uyuyor mu?

Bizim tavşanların uyutulduğu kesin. 2443 okul birincisinin açıkta kaldığı ve matematik-1 testinde 66 bin 214 adayın sıfır çektiği YGS'den geçerek, üniversitelerimizde okuyan down sendromlu çocuklar var. Diğerleriyle aynı şartlarda okuyorlar ve okulu bitirmeden terk edecek % 30’un içinde de görünmüyorlar. Bu konular ilgililerince bilinen şeylerdir. Mehdi gelmesini bekliyoruz! O kadar. (Gülüşmeler) İlkokulu kendi çabasıyla orta dereceyle bitiren her çocuk YGS’yi aşabilir ve Tıp ya da Hukuk Fakültesini bitirebilir. Ancak konu bundan ibaret değil. Öğretim açısından yeteneklerin ve ilgilerin tespiti, altyapı, yöntem ve çabaların koordinasyonudur. Eğitim açısından ise nasıl bir insan istiyoruz sorusunun cevaplanması ve sistemin ona göre kurulmasıdır.

Hocam; eğitimi nasıl tanımlıyorsunuz, eğitim sistemimizin omurgası, eğitim yöneticileri doğru seçiliyor mu? Nasıl belirleniyor?

Eğitimi maarif/ayılma anlamıyla anlıyorum. Yani insanın kedini, toplumu insanlığı ve evreni anlama ve anlamlandırma süreci olarak görüyorum. Eğitim, nasıl bir insan sorusunun cevabını veren toplumların ona göre şekillenme sürecidir. Bu işin esasıdır. Toplumların ve insanlığın ihtiyaçlarına göre mesleki yönlendirmeler ve öğretim işin bir başka boyutudur. Eğitim meselesinde temel felsefe ve sistem kadar işleri yürütenlerin liyakati önemlidir. Çünkü dünyanın en iyi sistemini kursanız da kısa bir sürede liyakatsiz insanlar onu tanınmaz hale getirebilirler.

Hayır. Doğru seçilmiyor. Her gelen hükümetle tepeden tırnağa değişimin önüne geçmek için getirilen sınav sistemi; muhakemesi zayıf, iletişim becerisi düşük, eğitim açısından ufuksuz, mevzuat hafızı, öğretmenlikten bıkmış eğitimci vasıfları zayıf insanların idareci olmasını mümkün kılmaktadır. Eğitim yöneticileri sınavın dışında, objektif kariyer kriterleri ve yetenek testleri, WAIS (Wechsler; Yetişkinler Zekâ/Yetenek Ölçeği) uygulanarak gerekli zeka gurubunun yüzde beşin içine girenler atanmalıdır. Yetenek türü içinde yüzde beşin içine giremeyenler yalnız eğitim idarecisi değil kamu personeli dahi olmamalıdır. Eğitim yöneticilerinde, yasa ve yönetmelik hafızlık yerine neyi nerede bulabileceğini bilme, koordinasyon ve sorun çözebilme yeteneği ölçülerek alınmalı ve terfide zaman ve sübjektif not değerlerine göre değil, çıktılar üzerinden olmalıdır.

"Çıktı" dediğiniz öğrenciler mi?

Evet, evet. Öğrencilerin okula geldiği zamanki bilgi, beceri, yetenek ve zekâ durumları ve ölçüm periyotlarındaki durumları ile okul ve çevre imkânları değerlendirilerek önceden belirlenecek hedeflere yaklaşabilmişlik değerlendirilmelidir. Sürdürebilirlikten ziyade geliştirebilme kabiliyeti esas alınmalıdır. İdarecinin tek görevi potansiyel imkânların koordinasyonu değil, geliştirilmesi de olmalıdır. Hiçbir idari kadro itâ/lütuf olmamalıdır. Yarışma koşullarının işlemediği bürokrasinin ataletten kurtulması beklenemez. Öğretmenlerin özlüğü ile idarecilerin özlüğü eşitlenmezse; salt sabit ek ders garantisi nedeniyle idari yetenek ve ideallerden uzak idarecilerin sayısı düşmeyecektir. Okul teftiş raporları yol gösterici olmalı gereği eksikliklerin temini, değişim ve eğitimin önü de açık olmalıdır.

Okul müdürlüğünün ek dersten başka rantı yok mu?

Elbette var. Kantin ihaleleri, servis ihaleleri, okul aile birliği harcamaları, bölge dışı kayıtlar vb. Sırf ek ders garantisi için idarecilik isteyenler ve yapanlar yetenekleri bir tarafa temiz süt emmiş olanlardır. Onlar kamu yetkisini kullanırken ortaya çıkan her türlü rantı kuruma aktarıyorlar.

Okul müdürlerinin tüm mali yetkileri kaldırılmalı, rapor yetkisi verilmelidir. İl ve ilçelerde satın alma ve yatırım şube müdürlüğü yetkili kılınarak tüm mali harcamalar tek kalemden yapılmalıdır. Bu denetimi kolaylaştırır. Birimlerdeki ihtiyaçların karşılanması, ilgili kişilerin raporu ve talepleriyle olabilir. Hatta teftiş/verimlilik Milli Prodüktivite Merkezlerine veya aynı amaçlarla kurulmuş özel kurumlarla yaptırılabilir. Prodüktivite ölçütleriyle yapılan pilot denetimler sonrası kurumlardaki verimlilik artışları bizzat denetimi yaşayanlarca ifade edilmektedir. Toplam Kalite Yönetimi araştırmaları yapısal işleyişi görünür kılarken niteliğe yönelik bir körlük yaratmaktadır. Tanımlanıp sınanmamış şeyler ölçülemez. Ölçülemeyen şeylerin verimliliği yapısal işleyişe bakılarak anlaşılamaz.

Öğretmen başarısı nasıl ölçülüyor?

Ölçülmüyor. Ölçülüyormuş gibi yapılıyor. Teftiş ve sicil amirlerinin notlarıyla değerlendirilmeye çalışılıyor. Öğretmenleri bir sınava aldılar sınavda yüksek not alanlar uzman öğretmen oldu. Sınavla uzman ve başöğretmen statüsü belirlemek öğretmen performansını yükseltmek amacına hizmetten çok uzaktır. Öğretmenlik ataması zaten uzmanlık gerektiren ve uzmanlık gereği lisans eğitimleri sonucu verilen diplomayla belirlenmiş ve ona istinaden atamaları yapılmıştır. Ancak bugün öğretmen atamaları KPSS ile yapılıyor. KPSS beş şıkkın içinde doğru şıkkı bulabileni ölçülüyor. Bu gereken formasyonun 1. Aşaması ezber ve 2. Aşaması kavramayı ölçüyor. Oysa öğretmen sahasında anliz, sentez ve bilgiyi kullanabilme düzeyinde olmalıdır.

Konuyu biraz açar mısınız?

Tabi. Araba hakkında birinin tüm parçalarının fonksiyonlarını en ince ayrıntısına kadar anlatabiliyor olması 1. Aşamadır. Yani ezberdir. Bu bilgiyi araba üstünde gösterebiliyor olması 2. Aşamadır. Yani kavramadır. Arabayı kullanabiliyor ve tamir edebiliyor olması 3. Aşamadır/tatbik. Meslek liselerinde ve çıraklıklarda eğitim buraya kadardır. Hız, savrulma, dayanım, momentum, direnç, aerodinamik ve sürtünmenin ayırdına varmış ve etki ve sonuçlarını hesaplayabiliyor olması 4. Aşamadır/analiz. Tüm bunların birbiriyle uyumunu ve ortaya çıkacak sorunları görebiliyor olması ve gereği dengeyi kurabiliyor, hesaplayabiliyor olması 5. Aşamadır/sentez. Edinilen tüm bu bilgilerden sahayla alakalı yeni bir buluş veya tasarım yapabiliyor olması 6. Aşamadır/icat. Bu aşama mühendislik icazeti aşamasıdır. Ortaya çıkan yeni sorunlar ve yeni teknolojilere göre yeni tasarımlar yapabiliyor olmasıdır ki her alanda eğitimin en üst hedefi burasıdır.

Bana yine de karışık geldi ama ehli anlayacaktır…

Her öğretmen kendi sahasında en az sentez düzeyinde bir bilgi formasyonuna sahip olmalıdır. Buraya varamayacaklar WAIS ( Wechsler; Yetişkinler Zekâ/Yetenek Ölçeği ) ile büyük oranda bilinebiliyor. Amerika’yı yeniden keşfetmenin âlemi yok.

Öğretmen başarısının ölçümü de objektif iş ve çıktıları üzerinden olmalıdır. Okul türü, sınıflar, sınıfların başlangıçtaki zekâ ve eğitim seviyeleri, sosyal çevreleri ve imkânları, birim zamandaki önceden belirlenmiş hedefler ve bu hedeflere ne kadar yaklaşıldığı ölçülerek performans tespit edilebilir. Öğretmen performansının değerlendirilmesinde saha ile ilgili bilgi elbette önemlidir, ancak eğitimde esas mesele bu bilgi ve tecrübenin kullanılıp kullanılamadığıdır. Pedagojik süreçlerde yöntemlerin doğruluğu; öğrenci yaşı, zekâ ve bilgi seviyesi, eğitimin amaçları, öğrenimin gerçekliği ve derinliğiyle anlaşıldığı gibi başarıda bunlara uygunluk oranıyla anlaşılır.

Yani; öğretmen başarısı büyük oranda hedeflenen bilginin öğrencide hangi aşamada karşılık bulduğuyla ölçülür. Burada dikkat edilmesi gereken öğrencilerin başlangıç realitelerinin ve potansiyellerinin zekâ profillerinin doğru tespit edilmesidir. Öğrenme dediğimiz şey “bilgi, kavrama, uygulama, analiz, sentez ve özgün üretim düzeylerinde gerçekleşen bir şeydir.

Öyle ya da böyle elimizde yedi yüz bin eğitim çalışanı var. Hizmetteki öğretmenlerin eğitimi nasıl yapılıyor? Nasıl olmalı?

Baştan aşağı israf olan “hizmet içi eğitimle” öğretmenler geliştirilmeye çalışılıyor. Genellikle isteğe bağlı olarak belli yerlerde toplanarak monolog şeklinde sıkıcı seminerlere alınıyorlar. Bu tip bir eğitim faaliyeti; bilimi ve öğrenmenin gerçekleşmesi açısından birinci aşama “malumat/hafıza”, en iyi ihtimalde de ikinci “kavrama/fark etme” aşamasında bir sonuca hizmet ediyor. Yani verilmesi gerekenin ancak yüzde on beş yirmisi veriliyor. Ancak bu etkinlikler ücret yetersizliğinden dolayı tatil yapamayan öğretmenler için tatil niyetine bir dinlenme fırsatı oluyor.

Öğretmenler; üniversitelerde tezli-tezsiz yüksek lisans eğitimine yönlendirilmeli ve kat ettiği her aşama maddi olarak özlüğüne yansımalıdır. Öğretmenler ve idareciler ALES şartı olmaksızın yüksek lisans ve doktora yapma imkânına sahip olmalıdır. Başarısız olanlar zaten eleneceklerdir. Başarılı olanlar devam eder. Üniversiteler öğretmenler için hızlı soru çözebilme kabiliyetine göre seçilip yüksek lisans yapılabilen bir yer olmanın ötesinde, mevcut eğitim kadrolarının olduğu seviyeden daha yukarılara doğru gelişebileceği imkânlar ve fırsatlar oluşturmalıdırlar. Yani hedef öğretmen atamalarında yetenek/zekâ kategorisinde yüzde beşin içine girenler olurken, hizmettekilerin kalitesini ve verimliliğini yükseltmek esas olmalıdır.

Öğretmen eğitimi için Milli Eğitim Akademisi hayata geçirilemiyorsa, Milli Eğitim Bakanlığı ile Eğitim Fakülteleri geçişli kılınabilir. Tamamlanan her akademik kariyer aşaması özlüğe yansımazsa fazla bir anlamı olmaz, sistem işlemez. Farklı alanlarda yüksek lisans ve doktora yapabilme imkânı öğretmenlerin yapmış oldukları işin ötesinde sosyal, siyasal, bilimsel ve teknolojik meseleleri daha sofistike kavrayabilmelerini sağlayacak bu da eğitim kalitesine yansıyacaktır.

Hocam öğretmenler yeterli ücret alıyor mu?

Türkiye, Avrupa Sosyal Şartını imzalamıştır. Bu belge imzacı devletlere bir çalışanın dört kişilik bir aileye onurlu bir yaşam sağlayacağı seviyeyi korumayı şart koşar. Öğretmenlerin kahir ekseriyeti çalışan eş, başka iş, miras kalan imkânlar veya ebeveyn yardımıyla geçiniyorlar. Tek maaşlı kiracı öğretmenler kredi kartı batağında debeleniyor. Bu bir ülke için utanç verici bir durum. Eğitimcilerin akademik kavrayış ve gelir düzeyleri mutlaka toplum ortalamasının üzerinde olmalıdır. Eğitimcilerin yapabileceği ikinci iş ancak ve ancak okumak olmalıdır. İkinci iş yapanların kamuda eğitimci olmasına mutlaka son verilmelidir. İdarecilerin ve öğretmenlerin toplumsal itibarını yükseltmeden öğrenci karşısında itibarlarını sağlamak mümkün değildir. Bu ancak akademik derinlik ve ekonomik doygunlukla sağlanabilir.

Ortak değerleri verme konusunda ailelerden sonra en etkili kurum okullar. Değerler açısından bir yozlaşma görüyor musunuz?

Evet, son bin yıldır oluşan mili kimliğimiz örseleniyor. Milli eğimimizin bu konuda bir stratejisi yok. Okullar bu değerlerin aktarımı için planlı ve doğru yöntemler uygulamıyor. Çocuklar popüler hokkabazlıkların kucağına belenmiş, yabancı kültürlerin ninnilerini dinliyor. Daha tehlikelisi başka imanları kendi dillerinde dinliyorlar. Hülasa bir kimlik devşirme değirmeni işliyor. Millet ölüyor. Onun yerine halklar/yaratıklar oluşuyor.

Ne yapılmalı o zaman?

Genel ahlaki değerlere, tabi hukuka ve salim akla aykırı davranan öğrencilerle ilgili disiplin işlemleri ve mahrumiyet cezaları sosyal görevlere dönüştürülmelidir. Çocuk uyumlu davranmak, akademik gelişim süreçlerine katılmakla sınıfı ve okulu hak etmelidir. Bunu yapmayanlar, ilköğretimde okul içinde, orta öğretimde tüm kamu alanlarında uygun sosyal görevlerde çalıştırılarak eğitim ve çalışma arasında tercihe zorlanmalıdır.

Dünyanın her yerinde okullarda çocukların öğrendiği ilk kelime ve cümleler hitap, nezaket ve görgü kuralları çerçevesindedir. Bizde çocuk orta öğretimi bitiriyor, hitap ve görgü kuralarında netlik olmadığı için bocalıyor. İlköğretim’in tüm derslerinin dili, özellikle de okuma yazma ve Türkçe dersinin metinlerine nezaket ve Türk- İslam görgü kuralları yedirilmelidir.

Öğrencilerin İlköğretim ve orta öğretimde sosyal davranış notu öğretmenler, idareciler ve sosyal kesitlerde yapılacak çapraz anketleme yöntemiyle olmalı ve sınıf geçmeye yüzde on düzeyinde katılmalıdır. Bu öğrencinin sosyal uyum ve sosyal sorumluluk bilincinin gelişmesine katkı verir. Sosyal sorumluluk; salt cezalar ve nasihatlerle sağlanamaz. Anketlerde toplumsal duyarlılık, başkalarına saygı, kendini koruma biçimi, adalet ve hukuka saygı ( kanunlara ve kurallara sorgulamadan itaati değil ) değerlendirilmelidir.

Okullarda nezaket ve insani değerler sistemli bir şekilde yüceltilmelidir. Öğrenci, akademik notu faaliyetleri ve sosyal uyum notu ortalamasıyla sınıf geçmelidir. Ülkemiz; toplama çıkarama bilen, bencil, ahlaksız, sosyal uyum ya da sosyal duyarlık taşımayan hayvani içgüdüleriyle hareket eden başarılı öğrenciler tarafından talan edilmektedir. Zeki olmayan ve eğitim düzeyi düşük insanların işleyecekleri suçlarla baş etmek, her zaman zeki eğitimli ve ahlaksız insanlarla baş etmekten daha kolay ve ucuzdur.

Milli kimliğin aktarılmasında çocuk oyunları, oyuncaklar, müzik ve danslar birinci dereceden etkilidir. Hatta bunlar çocuğun cinsel kimliğini bulmasında ya da karıştırmasında dahi belirleyicidir. Çocuk oyunları ve oyuncakların, özellikle de halk oyunlarının/dans çocuk ve gençlerin cinsel, psikolojik, sosyal ve kültürel kimlik gelişiminde etkileri tartışma götürmez konulardır. Milli eğitiminizde bir oyun ve oyuncak politikamız yok. Bunun faturası elbette sosyoekonomik diğer faktörlerle beraber, cinsel kimliğiyle barışıklıkta azalma, içe kapanıklık ve kendini ifadede yetersizlik, sosyal fobi ve ebeveynlerin kültürel kimliklerinden utanma gibi travmatik kişilikler olarak karşımıza çıkıyor. Çocuğun rap babanın halay çekmesi kuşak çatışması değil toplumsal çözülmedir. Oyun, oyuncak, müzik, spor ve etkinliklerin seçiminde milli benlik oluşumu açısından bir stratejik yaklaşım belirlenmelidir.

Tarih antik Anadolu kentlerinde on beş bin kişilik tiyatroların varlığına halâ tanıklık etmektedir. Alabanda/Muğla, Antiphellos/Kaş, Nysa/Aydın, Aigai/Manisa, Mysia/Balıkesir, Asoss/ Çanakkale, Kieros-Prousia/Düzce, Aizanoi/Kütahya, Anemurium/Anamur, Zile, Aspendos, Efes, Milet tiyatroları… Filozofların buralarda saatlerce konuşmalar yaptığı ve bu konuşmaların magazin programlarının zekâ gurubu tarafından asla anlaşılamayacak kadar derin konular olduklarının bilinmesi, iki bin yıl öncesinden hem kent alt yapıları hem de insani düşünebilme kabiliyetleri açısından ne kadar geri olduğumuzun göstergesi olarak ortadadır. Bence utanç olarak bize bu yeter.

Hocam sanat ve sporda neden ülke olarak başarılı değiliz?

Sesi ve müzik aletini tanımadan nota, çamuru elleyerek ona üç boyutlu bir şekil vermeden resim heykel, herhangi bir spor dalında fizik, kondisyon ve teknik eğitim yapıp faaliyet göstermeden beden eğitimi dersi yapıyoruz da ondan. Bu dersler göstermelik olmanın ülke kaynaklarını israf etmenin ve gençlerin yeteneklerini keşfetmelerini engellemenin ötesinde bir anlam ifade etmiyor da ondan.

Mısırda sfenksler, Anadolu’da Nemrut heykelleri, Roma ve Yunan heykelleri yüzlerce yıllık İslam egemenliğinde korunmasına, ikonofobianın/putkıranlık Bizans’a ait olmasına rağmen, Müslümanları heykel ve sanat düşmanı olarak lanse edip, Müslümanların çocuklarını sanat ve din arasında seçime zorluyoruz da ondan.

Sanat ve estetik duygulardan eksik olarak yetişen nesiller Müslümanların Mekke’ deki heykelleri kırarken neden Firavun heykellerini, Nemrut heykellerini Yunan ve Roma heykellerini kırmadıklarını asla anlayamıyorlar da ondan.

Din - sanat ve estetik ilişkisi pozitivizme kurban ediliyor da ondan başarılı değiliz.

Hocam bunları nasıl aşacağız?

Elde edilmek istenen amaçla kullanılan yöntem ve araçlarında uyumlu olması gerekir. İlköğretim okulu ve orta öğretimde akademik eğitim okullarda devam ederken sanat ve spor eğitimi kente yayılabilir. Beden eğitimi, resim, müzik ders olmaktan çıkarılmalı sanat ve sporun tüm alanlarında imkânlar ve erişilebilirlik oranında etkinlik haline getirilmelidir. Adını etkinlik olarak değiştirip seçmeli ders olarak eklemek yetmez. Etkinlikler; heykel, ebru, hat, halk oyunları, futbol, güreş, tiyatro vb. okul içi ve dışı faaliyetlere ilgi, yetenek ve imkân ölçüsünde gönüllülük ve/veya rıza ile yönlendirilebilir. İlgili öğretmenler meslek liselerinde koordinatör öğretmenler gözetiminde öğrencilerin işletme uygulamalarını takip etmesi gibi resmî, yarı resmî veya özel kulüp ve derneklerle işbirliğini koordine edebilirler.

Birçok okul bu tür imkânlarla tuttukları özel eğiticilerin okul içinde ve dışında yürütülen halk oyunları, tiyatro, satranç vb. faaliyetlerle seslerini duyurmakta başarı ihtiyaçlarını tatmin etmektedirler. Teorik derslerin zihin yorgunluğunu atmanın zihnin dinlendirilmesinin en iyi yolu beynin başka bölümlerinin çalıştırmak olduğu bilinen bir gerçektir.

Spor salonları ve alanları, sanat etkinlik salonları ve atölyeleri, sosyal alanları olmayan binalara okul denmemelidir. Okullar, kültür kompleksi külliyeler şeklinde tasarlanmalı ve seminer salonlu hapishaneler olmaktan kurtarılmalıdır. Yerel yönetimler yatırımlarını öncelikle kamu okulları merkezli düşünerek planlamalıdırlar.

Mesleki Teknik Eğitim tarihimizde ahilik teşkilatlarında olduğu gibi her meslek gurubunun odaları, dernek ve vakıfları tarafından finanse edilip, geliştirilip yönetilebilir. Bu küçük meslek gurupları tarafın bile yapılabilir. Sahanın sorunlarını, ihtiyaçlarını ve imkânlarını en iyi onlar bilir. Bu katılımcı demokrasinin en mükemmel örneklerinden olur.

Hepimiz ilk ve orta öğretimde yabancı dil eğitimi aldık ama günlük konuşma düzeyinde bile değiliz. Kabahat kimin?

Yabancı dil ile öğretim verilen Anadolu Lisesinden mezun olan öğrenciler arasında yapılan bir araştırma okudukları yabancı dili anlayabilme, konuşabilme ve yazabilme oranının % 18 olduğu tespit edilmiştir. Bu bilgiden sonra, İlk ve Genel Orta öğretimi araştırmaya ve konuşmaya gerek yok diye düşünüyorum. Trajedi ortada. Kabahat sistemdedir.

Yabancı diller okullardan tamamen çıkarılmalı, en az bir yabancı dil, ilköğretimde bin kelime ve elli cümle kalıbı, orta öğretimde üç bin kelime ve yüz kelime kalıbı zorunlu yeterlilik olmalıdır. İl ve ilçe merkezlerinde tam teşekküllü yirmi dört saat üç yüz altmış beş gün faaliyet gösterecek dil merkezleri zaman ve tercihler açısından seçmeli olarak hizmet vermelidir. Devlet denetiminde yine kamu çalışanları tarafından yürütülebileceği gibi belli oranlarda, özel dil kurslarına dershanelere de ihale edilebilir. Bu kurslarda pratik, mesleki ve akademik düzeylerde dil eğitimi verilmelidir. Seviye ve yeterlilik sınavını başka bir kurum yapmalıdır.

Bir yan fayda olarak, resim, müzik, beden eğitimi ve yabancı dil’in okulların dışına çıkarılması ders saatleri, sınıf mevcutları ve derslik sayıları açısından en az yüzde yirmi-otuz oranında rahatlalatır. Sanat ve spor eğitimi sahicileşir, sanat, spor ve sosyal etkinliklerin toplumda yaygınlaşmasına katkıda bulunur.

Okul dışına çıkarılacak derslerle ortaya çıkacak zaman ve dersliklerde okul kulüpleri sahici etkinlikler de planlayıp yapabilir. Etkinliklere refakat edecek öğretmenlere mutlaka “egzersiz ücreti” tahakkuk ettirilmelidir. Okullar artık, seminer salonları derslikler toplamı kurumlar olmaktan çıkarılmalıdır.

Devlet ve toplum hangi inanç ya da ideoloji grubundan olursa olsun evrensel ahlaka sahip çıkmalıdır (ilâhi-tabii hukuk) ve uymayanları tecrit etmeli en azından toplumsal nimetlerden mahrum etmelidir. Eğitim tüm ideolojilerden arındırılmalıdır. Kamu otoritesinin ideoloji dayattığı toplumlar; ikiyüzlü kimliksiz edilgen kişilikler üretiyor. Çalmanın kötü olduğuna inandığı için çalmayabiliyor ancak çalınan kamu malını korumak için risk almayı enayilik sayıyor.

Müfredat yeterli mi?

Müfredat; Mesleki ve kültürel açılardan hem yerel ihtiyaçlara, hem de öğrencinin bireysel yeteneklerine göre üçte birlik bir esnekliğe sahip olmalıdır. Yani fındık üreticisinin çocuğu gittiği ilköğretim okulunda fındığı bir ders olarak okuyabilme imkânına sahip olurken, öğrenci bireysel yeteneklerini destekleyecek ya da geliştirecek dersleri ve etkinlikleri tercih edebilmelidir. Eğitim en az üçte bir oranında yerel kültür ve ihtiyaçlara cevap verebilecek, talebe göre şekillenebilecek bir esneklikte olmalıdır.

Hocam ana dilde eğitim konusunda ne düşünüyorsunuz?

Belli bir bölgeye tahsis edilmeksizin Türkiye genelinde yine talebe bağlı olarak mevcut okulların içinde veya ayrı okullarda olabilir. Fazla bir talebin olacağını zannetmiyorum. Olsa da gerçekleşme süreci talebin daralma süreci olarak işleyecektir. Bir varlık meselesi olarak değil de, bir hak olarak konuşulabilseydi çok daha kolay olacaktı. Bu deli gömleğini bize 12 Eylül süreci giydirdi.

Din eğitimi?

Türkiye de din eğitiminin İmam Hatipler ve Kuran Kursları ekseninde tartışılması, bu okulların dışında okuyan öğrencilerin ve velilerinin din eğitimi diye bir ihtiyaçları yokmuş gibi dar bir bakış açısı yaratıyor. Bu bir hileli yönlendirmedir.

Türk eğitim sistemindeki din eğitimi sorunu “dinin kültürü ve ahlakın bilgisi” dersi retoriği ile artık toplumun hiçbir kesimini tatmin etmiyor. Toplumun genelini ortalama bir din algısında birleştirme kaygısı ve devletin bir dinin yanında olup olamayacağı kararsızlığı genel dini algılama bilincini ve seviyesini düşürüyor. Dinlerin eğitimine özgürlük alanları genişletilerek sivil alana terk edilme süreci işletilmelidir. Ayrıca; din’in felsefe dersinin içinde, düşünsel bir ameliye, sosyal bir muharrik, tarihi ve sosyal bir geçeklik, kültürel bir olgu olarak yeterince yeri olmalıdır.

Tevhid-i Tedrisat kanununu, dini ve dünyevi eğitimi tevhit etme/birleştirilme ve bir kurum tarafından yürütülmesini sağlama amacına matufken, dini eğitimin buharlaşması ve seyreltilmesi şeklinde uygulanması artık devam edemez.

İmzaladığımız BM ve Avrupa Çocuk Hakları Sözleşmelerine göre her “çocuğa din, inanç, ideoloji ve siyasi kanaat vermek on sekiz yaşına kadar velisinin hakkıdır”. Bu bağlamda devlet denetim hakkını saklı tutarak çok programdan seçmeli imkânları okullara sağlayarak din eğitimini sivil imkânlara serbest bırakmalıdır. Birçok Avrupa ülkesinde bu uygulanıyor, hiçte sorun çıkmıyor... Devlet ancak üçüncü gerçek şahıslara yönelik tehditleri denetim, takip ve koğuşturma alanı olarak görmelidir. Tek tip din veya mezhep eğitimi insani olmadığı gibi, akli, hukuki ve ahlaki de değildir. İslam dini açısından da “irade hürriyeti ve tercih hakkına da ” aykırıdır. İslam tedribi değil teklifi bir dindir. Yalnız devlet değil hiç kimse hiçbir yorumu hiç kimseye dayatamamalıdır.

Hocam toplumsal ve bireysel iletişim sorunlarımızda dil ve kelime hazinemizin azlığının katkısı nedir?

Ahlak ve din kadar önemlidir. Hatta daha da önemli diyebiliriz. Çünkü; ahlakında inancında taşıyıcısı sonuçta dildir. “İngiliz ve Almanlar; okul öncesi çocuklarına 2000 kelime, 7-12 yaş grubu çocuklara en az 5000 kelime öğretmeyi hedeflenmektedir. Bir insanın günlük hayatında azami 3000 kelime kullandığını kültürlü bir insanın kelime dağarcığında yaklaşık olarak 22000-27000 kelime bulundurmasının, kullanmasının gerektiğini, kendini yetiştirmiş bir insanın ise 40000 kelime bilmesi gerektiğini tespit etmişler ve eğitimde hedef göstermişlerdir.” (Karakuş, 2000,128).

18 yaşındaki bir Türk gencinin, bildiği bir konuda konuşurken, kullandığı kelime sayısı 1500 civarında olduğu tespit edilirken İngiltere ve ABD’de 6-7 yaşına gelen bir çocuğun 3000 - 4000 kelimeyi kullandığını belirtilmektedir. (Papalia ve Olds’dan aktaran: Yapıcı, 2005, 107).

Eğitim mevzuatımızda ders kitaplarının formatları ve kaç sayfa aralığında olması gerektiği (forma sayısı) yönetmelikle belirlenmişken (Resmî Gazete, 19108 / Tebliğler Dergisi, 19108); kitabın kaç kelime içermesi gerektiğine ve alanına göre kaç kavram hedeflemesi gerektiği ifade edilmemektedir. ( Celal DEMİR)

Kelimeler deniz akıl gemi gibidir. Deniziniz ne kadar derinse üzerinde yüzdüreceğiniz geminiz de o kadar büyük olacaktır. Bloom 1979 da okuduğunu anlama gücünün tüm eğitim ve öğretim faaliyetlerinin temelini oluşturduğunu göstermiştir. Okuduğundan anlam çıkaramayan birey okuduklarıyla ilgili olarak hangi ders, konu ve içerik ile ilgili olursa olsun başarısız olmaktadır. Bireyin okuduğunu öğrenebilmesi için, okuduğunu anlaması gerekir. Okuma okuyucunun metni yeniden bir araya getirdiği bir süreçtir. Bu süreç, hem zihinsel hem de sosyal yönü olan bir iletişim biçimidir. Okuduğunu anlama gücü ile matematik 6-8. Sınıflarda % 72, 9-12. Sınıflarda % 54, fen bilimleri 6-8. Sınıflarda % 62, 9-12. Sınıflarda % 56, dil ve edebiyat dersleri her iki grup için de %70 oranlarında etki etmektedir.

Okul kütüphaneleri göstermelik olmanın ötesinde bir işlev görmüyor. Kitaplar mahkûm öğrenciler bayram ziyaretine gelmiş akrabalar gibi. Bu karşılıklı esarete son verilmelidir. Bütün okul kütüphanelerinin duvarları yıkılmalı ya da raflar yaparak kitaplar koridorlara taşınmalıdır. Kitaplar öğrencilerin uzanabildiği her yerde ve yeterince olmalıdır. Kitaplara dokunmanın caiz olmadığı yerlere kütüphane yerine kitap müzesi demek daha uygun düşer.

Okulların her biri bir köy büyüklüğündedir ve her gün ciddi sağlık sorunları olmaktadır. Her okula bir doktor belki bu gün için lüks olabilir ancak mutlaka acil müdahale eğitimi almış sağlıkçılar görevlendirilmelidir.

Kat sayı kalktı mı?

Evet, katsayı kalktı. Şimdi sıra okul puanlarının ve sonra da YGS ve YÖK’ün kalkmasında. Okullar da ders geçme sınavlarının düzeyi objektif, güvenilir ve gerçekliği yüksek pedagojik kriterlere göre olsaydı bütün bunlara gerek kalmayacak ve öğrenciler zaten ilköğretim ve orta öğretimde ilgi, yetenek ve çabalarına göre boylarının ölçüsünü almış olacaklar ve ona göre yönlenmiş olacaklardı.

Toparlarsak son olarak neler söyleyeceksiniz?

Nasıl bir eğitim istiyorsanız ölçme ve değerlendirme derinliğiniz ve kriterlerinizi ona göre oluşturursunuz. Bu gün iyi okullar denen okullar da dâhil olmak üzere öğrenme davranışının en fazla ikinci aşaması kavrama düzeyini hedeflenmekte, LGS ve YGS de dâhil bu düzeyi ölçmektedir. Analiz, sentez, bilgiyi kullanma ve hele yeni bilgi üretebilme aşamalarına kıymet verilmemektedir. Öğretmen ve idarecilerin çoğunun ölçme ve değerlendirme konusunda bilgileri sıfıra yakındır. Bu gün öğrencilerin hazırlayacağı sorularla öğretmenlerin hazırlayacağı sorular arasında ölçme ve değerlendirme açısından hemen hiçbir fark yoktur. Oysa soru; aynı konuda ölçmek istediğinizin ne olduğuna göre değişir ve soracağınız soruya göre istediğiniz sonucu alırsınız.

Hocam çok teşekkür ediyoruz…

Ben teşekkür ederim…

Kaynak: adilmedya


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.